7.

2 0 0
                                    


Her yer bembeyazdı. Jasmine ellerine baktı. Gökten sanki kar gibi kül yağıyordu. "Bu da ne böyle" diye düşünürken onu gördü. Vadinin bitiminde, koskocaman bir tepe, adeta zamana meydan okurcasına yükselmişti. Ayakları kendisini tepeye doğru götürürken, içinde tuhaf bit tanıdıklık ve hüzün duygusu hissetti. Sanki yılardır görmediği, gitmediği evine gidermiş gibiydi.

Tepeye tırmandığında, ayaklarının altında beyaza dönen toprak kararmaya başladı. Sanki her yer bir anda kan ile dolmuş gibi önce ellerine düşen küller, sonra ayaklarının altındaki yer ve tepeyi kaplayan toprak kızardı ve etrafı yoğun, dayanılmaz bir kan kokusu kaplamaya başladığı sırada büyük, durdurulması imkânsız gibi görünen bir ateş, tam önünde, tepenin bittiği yerde patlak verdi.

Jasmine panik ve korku ile geri adım atmaya çalışırken aniden taş kesildi ve yavaş yavaş arkasını döndü. Ona bakan gözler, hayatı boyunca asla unutamayacağı kadar korkunç ancak bir o kadar da ihtişamlı bir varlığa ait o gözler kendisini süzerken, kafasının içinde bir ses yankılandı. "Uyan!"

"Jasmine! Hey! Kendine gel artık!"

Kendisini sarsmakta olan kaptanın sesi ile nihayet gerçekliğe dönen Jasmine, adama baktı ancak baktığı yeri görmüyor gibiydi. Az önce gördüğü gözler, sanki zihnine kazınmış gibiydi. Cübbeli adam, notları arasına kızın trans halini de ekledikten sonra defteri kapattı. Not etmeye değer bir şey kalmamıştı. Ağaçtan yavaşça inip tavernanın yolunu tuttu. Saatlerdir oturmaktan artık bacakları uyuşmaya başlamıştı. Sıcak bir yemek ve ardından kızın evini öğrenmek için yapacağı yürüyüşü düşünerek gerindi ve cübbesini bile açmadan tavernaya girdi. Kızın kendisini hissetmesi ya da fark etmesi riskine girmek istemiyordu.

O sırada kaptan, halen ellerini Jasmine 'in omuzlarından çekmemişti. Yüzüne bakıyor, bir kriz ya da hastalığa dair, bildiği tüm bulguları arıyor ancak hiçbir şey bulamıyordu. Kız adeta kendinden geçmişti. Neden bu kadar paniklediğini bilmekle birlikte, kendine bunu henüz itiraf etmekten kaçınıyordu ancak bir yandan, artık bu durumu kabullenmesi gerektiğinin de farkındaydı. "Hey. Küçük hanım, kendinde misin?"

Jasmine, sesin geldiği yöne doğru gözlerini çevirdi ancak halen bomboş bakmaktaydı. Sanki az önce hayat dolu bir şekilde taş kesesini sallayan kendisi değilmiş gibi, bütün enerjisi adeta çekilmiş, ruhu gitmiş ve geriye boş bir kabuk gibi gövdesi kalmış bir haldeydi.

"Jasmine. İyi misin?" Kaptan, bu soruyu öyle bir ses tonunda sormuştu ki, kız istemsizce onun yüzüne baktı. Safir mavisi gözler endişe ile ışıldıyordu. Yüzünün yarısını kaplamış olan kirli sakal, güneş ve tuzdan yanmış olan yüzüne daha erkeksi bir hava katmıştı sanki. Gözlerinin etrafı, onu yaşından daha büyük gösteren birçok çizgi ile kaplıydı ancak bu durum onu yaşlı değil de olgun gösteriyordu. Jasmine, cevap vermeden önce yutkundu. Ağzı ve boğazı sanki gerçekten az önceki ateş yanında yakılmış gibi kupkuruydu.

Kaptan, kemerine asılı duran matarayı hızla oradan alıp kıza uzattı. Jasmine önce mataraya sonra da kaptana boş gözlerle baktığında ise, neler olduğuna bakmak için gelen ancak durum karşısında şoka girerek izlemeye köşeden devam eden Betty 'nin ağzını açık bırakan bir şey oldu. Kaptan matarayı açtı, Jasmine'i ensesinden destekleyerek matarayı dudaklarına doğru uzattı ve kızın sağ elini mataranın üzerine koyarken, kendisi de diğer eli ile onu destekledi.

"Aman yüce tanrım aşkına bu ne böyle?" diye kendi kendine mırıldanan Betty, tarif edilemez bir coşku ile yerine birkaç kez zıpladıktan sonra elleri ile ağzını kapattı ve kaptanın, saygıdeğer sayılan tayfalarından birini, daha oraya ulaşamadan savuşturdu. Kimsenin bu efsanevi anı bozmasını istemiyordu.

"Aman Tanrım, benim minik kızım büyümüş. Oh, şuna bir bak hele. Yüce tanrım ve tanrılar aşkına biri söylese asla ama asla benim minik kıvırcık kızımın, kaptanı bu hale sokabileceğine inanmazdım. Aman tanrım, aman tanrım!"

Betty anın büyüsüne kapılmışken, Jasmine dikkatini toparlamaya çalışıyor ve kendisine su içiren adama dikkatle bakıyordu. Sol gözünde biraz yeşil mi vardı? Ve şapka takmadığı zamanlar saçları nasıl oluyor da buğday rengi değil ıslak toprak renginde duruyordu? Yoksa şapkanın altına bir de bandana mı takıyordu? Kaşında başlayan ve çenesinin altına kadar uzanan bu kılıç izi kimin eseriydi peki? Ne zaman olmuştu? Tüm bunları düşünürken, farkında olmadan, içtiği su dudaklarından taşıp çenesine doğru yuvarlanmıştı. Ancak Jasmine gözlerini kaptandan ayırmıyordu. 

Bir Önceki HayatımdaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin