5.

2 0 0
                                    


Adam yaklaştığında geri adım atmadı ancak başını iyice geriye çekti. "Hediye, küçük hanım. Senin için bir şey getirdim."

Jasmine sonunda kısılan gözlerini serbest bıraktı ve adamın deniz tuzu ve güneş nedeni ile kararmış yüzüne baktı. Belli ki kaptan ciddiydi. Bu ciddiyet onu şaşırtsa da belli etmemeye çalışarak pozisyonunu düzeltti.

"Umarım bir elbise ya da yüksek ökçeli bir soylu ayakkabısı değildir. Kasabamız bu tarz şeyler için uygun değil, biliyorsunuz kaptan."

Sesindeki düz tını kaptanın sırıtmasına yetmişti. Geriye çekildi ve üzerindeki kirli ceketin cebinden simsiyah bir kese çıkardı. "Kasabayı bilmem ama bir elbise getirsem beni onunla boğacağını, yüksek ökçeli bir sosyete ayakkabısı getirsem, o ökçe ile kafamı kırmaya çalışacağını bilecek kadar seni tanıyorum küçük hanım. Merak etme ikisi de değil. Ayrıca, bence hikayesini duyduğunda daha çok seveceksin."

Jasmine temkinli bir merak ile keseyi aldı. Avucu büyüklüğündeki kesenin içinden ses gelmiyordu. "Umarım saçma sapan bir mücevher değildir" diye düşünerek keseyi açtığında, gözleri şaşkınlık ile büyüdü.

"Şimdiden bu kadar şaşırdıysan bir de hikayesini dinle" dedi kaptan, şaşkınlık ve merakla taşı inceleyen kıza bakarak. Kızın ifadesi, hali, tavrı kaptanı içten içe gülümsetmişti. Tatmin olmuş hissediyordu. Ancak bu his, henüz yeterli seviyede değildi.

"Hikayesi mi var?" dedi Jasmine merak dolu bir sesle. Kaptan, eli ile tavernanın arkasında kalan bahçe kısmı işaret etti. Tepesinde üzüm asmaları sallanan çardaklı masaya ilerlediler ve Jasmine gözlerini taştan ayıramazken, kaptan konuşmaya başladı.

"Bunu uzak karadan, karaya çıktığımız zaman bir tüccardan aldım" dedi. "Tüccar bana taşın hikayesinden bahsetti. Uzak bir yerden çıkarılıp getiriliyormuş ve dediklerine göre, içinde kuzey ışıkları dedikleri bir sihir saklıymış."

Jasmine öyle bir ifade ile başını kaldırdı ki kaptan kısa bir an dondu. Ellerinde taş, gözleri büyümüş, şaşkınlık yüzünü kaplamış halde kendisine bakan bu kıza bakarken, kendini dünyanın en yeterli, en mükemmel, en güçlü adamı gibi hissetti. Jasmine taşı incelemeye döndü.

Bir yüzünde turuncu, mor ve pembe yansımalar diğer yüzde mavi ve sarı yansımalar ile karışıyordu. Taşa bakarken içinde dünyanın bütün renklerini gördüğünü hissetti ve içi coşku ile doldu. "Dünya'nın ucundaki yerde, gökyüzünde gezen ruhların rengarenk ışıklara dönüştüğünü söyledi" dedi tüccar için. "Dedi ki ruhlar önceleri bu taşların içine hapsolurmuş. Ancak bir gün, taşlar çatlayıp kırılmış ve bu kırılmanın şiddetinden, ruhların renkleri gökyüzüne saçılmış. O gün bu gündür ışıklar, taşların içinde kalan ruhları yanlarına çağırabilmek için daha fazla ışıldamaya başlamış. Taşı kıramadan solan ruhların renkleri ise, sonsuza dek yansıyıp hatırlanabilmek için taşların üzerinde kalmış."

Jasmine nefesini tutmuş dinliyordu. Bu hikâye, şimdiye dek dinledikleri içinde en güzel, en etkileyici olanıydı. Daha önce kaptan ile kehanetler haricinde hiç bu kadar uzun süre sohbet etmediğini fark etmişti. "Ben..." dedi çekingen bir tavırla. Hem şaşkın hem mutluydu hem de utanmıştı. "Böyle bir şey beklemiyordum, teşekkür ederim kaptan. Gerçekten, çok ama çok beğendim."

Kaptanın içinde yeşermekte olan tatmin olma duygusu tavan noktasına erişmişti. Gözlerinde, erimekte olan bir zevk dalgası ile "Beğenmene sevindim" dedi kıza bakarak. Her ne kadar Jasmine'e söylemese de bu taşı bulduğuna sevinmişti ve alırken aklından geçen tek şey, onu götüreceği kişinin de bu taş kadar eşsiz olduğuydu. 

Bir Önceki HayatımdaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin