Merhabaa, medyaya türkçe çevirisi ile birlikte bir şarkı bıraktım. Onu başa sarıp sarıp sürekli dinlerseniz daha iyi olur. İyi okumalar ^^
-------------
Wooyoung
Yeosang iş yerinden ayrılalı yirmi beş dakika olmuştu. Normalde on beş dakika içinde gelmiş olması gerekiyordu. Onu iki kere aramıştım ama açmadı. Endişelendim, ayağa kalktım. Ceketimi aldım elime, telefonumu cebime attım. En kötü olasılığı düşündüm ve iş yerinin mutfağından bir tane bıçak aldım. Korkuyordum. Yeosang'a bir şey olmasından deli gibi korkuyordum. Telefonumu cebime attım. Her şeyi öylece bırakıp çıktım iş yerinden.
Yürürken telefondan Yeosang'a mesaj attım. İyi olup olmadığı hakkındaydı attığım mesaj. En yakın markete gitmiştir diye düşündüm. O markete ara bir sokaktan gidiliyordu. Tehnaydı o sokak genellikle. Daha da korktum. Stres yapmaya başlamıştım. O sokağa yaklaşıyordum. Eğer Yeosang'a bir şey olmuşsa... Bu düşünceyi hemen aklımdan sildim. Çünkü korkuyordum. Hem de çok.
Sokağa oldukça yaklaşmıştım. Bir elimi belimdeki bıçağa götürdüm. Ve köşeyi döndüm. Artık o sokaktaydım.
Gördüğüm şeyle olduğum yerde kalakaldım. Yeosang yerde kanlar içinde yatıyordu, başında ise bir insan vardı. Ellerim titremeye başladı, "YEOSANG!" diye haykırdım. O kadar yüksek sesle bağırmıştım ki boğazım yırtılacak sandım. Ama bu umrumda değildi. Bıçağımı belimden çıkarıp Yeosang'a doğru koşmaya başladım. Ne olursa olsun onun yanına gidecektim. Başındaki kişi bir gûl olsa bile buna hazırdım. Ölmeye hazırdım.
Başındaki çocuk koşarak gitti. Onu peşinden kovalayamazdım. Burada kanlar içinde bekleyen bir Yeosang vardı. Yanına eğildim. Ellerim çok fena titriyordu. "Y-yeosang..." dedim gözlerimden yaşlar akarken, titreyen ellerim onun göğsünün biraz üstünde havadaydı. Ne yapacağımı bilemedim ama lanet olsun ki Yeosang kan kaybediyordu. Gözleri hafif aralıktı. "İyi olacaksın." dedim. "OLMAK ZORUNDASIN!" Titreyen elim cebime attığım telefonuma gitti, hemen ambulansı aradım. Telefon çalarken Yeosang'a bakıp "İyi olacaksın Yeosang." dedim. Aynı şeyleri tekrarlayıp duruyordum aynı zamanda da göz yaşlarım yanaklarımdan süzülüp onun üstüne damlıyordu.
Telefon sonunda açıldı. "Buyrun?" dedi telefondaki ses. Panik içindeydim. Tişörtümü çıkarmıştım, Yeosang'ın yarasına bastırıyordum. Aynı zamanda telefondaki sese cevap verdim. "Hemen buraya bir ambulans göndermelisiniz." dedim titreyen sesimle. "Ah, ambulansımız yok şu an." dedi kadın. "SİKTİR! NASIL AMBULANSINIZ OLMAZ?!" diye bağırdım. "Beyefendi konuşmamız kayıt altına alınıyor." dedi kadın iğneleyici bir ses tonuyla. "BU SİKİMDE DEĞİL! AMBULANS GÖNDERİN HEMEN! O ÖLECEK!" bağırırken deli gibi ağlıyordum. "Ölmesini istemiyorum..." sesim hâlâ titriyordu, aynı ellerim gibi. "AMBULANS GÖNDERİN SİZE YALVARIYORUM." dedim göz yaşlarım akarken. "Anlamıyorsunuz galiba ambulansımız yok!" dedi kadın sesini hafif yükseltmişti.
Bu kadınla konuşarak daha fazla vaktimi harcayamazdım. Yeosang'a baktım, gözleri kapalıydı. Telefonu kapattım. Cebime koydum. Yeosang'ı kucakladım. Ağlarken koşmaya başladım. Aynı zamanda tişörtümü onun yarasına bastırıyordum. Güneş batmaya başlarken kucağımda Yeosang ile manyak gibi koşuyordum.
On dakika sonra hastanenin kapısına gelmiştim. "Sana yalvarıyorum yaşa Yeosang." dedim. İçeri girdim, kollarım yorgunluktan titriyordu. Ama onu asla bırakamazdım. "YARDIM EDİN!" diye bağırdım. Vücudumun her yeri titriyordu. Göz yaşlarım Yeosang'ın üstüne damlıyordu. Birkaç doktor koşarak yanıma geldi, bir sedye sürüklüyorlardı. Yeosang'ı sedyeye bırakmak istemedim bir an. Onu yanımdan ayırmak istemiyordum. Sadece benim kollarımda güvendeymiş gibi geliyordu o an. Sanki onu bıraktığım anda gûl'ler ona zarar verecekmiş gibi hissettim. Onu saklamak istedim. Sadece benim görebileceğim bir yere koyup sonsuza kadar orada onu saklamak istedim.
Sedyeye bıraktım onu, her ne kadar istemesem de. Sarı saçları gözlerinin önüne düşmüştü. Sedyeyi sürükleyerek gittiler. Koşarak peşlerinden gittim. Yeosang'ı bir saniye bile yalnız bırakmak istemiyordum. Çünkü en son onu yalnız bıraktığımda bu olmuştu.
Onu ameliyathaneye soktular. Peşlerinden gitmeye çalıştım ama beni oraya göndermediler. "GİTMEK İSTİYORUM!" dedim. Beni kollarımdan tuttular, yere düştüm. Dizlerimin üstünde yerdeydim. Ellerimi yere koydum, hâlâ ağlıyordum. Başım öne eğikken sessizce, "Onu yalnız bırakamam." dedim. "Yeosang, hani sana bir şey olmazdı? Öyle demiştin." hâlâ sesim fısıltı halindeydi. "DİKKAT EDECEKTİN!" diye bağırdım. "DİKKAT EDECEĞİM DEMİŞT-" cümlemi bölen şey ağlarken hıçkırıyor olmamdı. Omzum inip kalkıyordu ağlarken. Göz yaşlarım yere damlıyordu.
Elim cebimdeki telefonuma gitti, hemen Seonghwa'yı aradım. Telefonu hemen açtı, "Efendim?" dedi tatlı bir ses tonuyla. "S-seonghwa... Hastaneye gelir misin?" dedim, hâlâ ağlıyordum. "Ne oldu?" dedi. Sesi telaşlı çıkmıştı. "İyi misin Wooyoung?!" diye ekledi. "Ben iyiyim ama... Yeosang iyi değil." dedim titreyen sesimle. "Hangi hastanedesin?" dedi. Hastanenin adını söyledim ve hemen geleceğini söyledi.
Seonghwa koridorda koşarak yanıma geldi. Yanıma eğildi, hiçbir şey demeden bana sarıldı. Ben de ona sarıldım. Saçlarımı okşamaya başladı. "Şşht... Geçecek." dedi. Başımı onun omzuna gömdüm, ağlamaya devam ettim. Göz yaşlarım onun kazağını ıslatıyordu. İnip kalkan omuzlarımı okşadı. "O iyi olacak." dedi. Hıçkırıklarım arasından titreyen sesimle "Olmak zorunda." dedim.
Ağlamamın üstünde saatler geçmişti. Saat birdi. Doktor ameliyathaneden çıktı, ona baktım. Ayaktaydım. Sonuçtan korkuyordum. Yeosang'a bir şey olması düşüncesi beni delirtiyordu. Kendimi asla affetmem bir şey olursa. Seonghwa'nın elini tuttum, sıktım.
Doktor, "Maalesef..." dedi. Başım dönmeye başladı, cümlenin tamamını duyamamıştım ama ölmüştü muhtemelen. Gözlerim kapanıyordu. "Seonghwa... Başım dönüyor." diyebildim. Birkaç saniye sonra belimi kavrayan bir el hissettim. Gerisi yok.
----------------
Umarım bölümü beğenmişsinizdir.
Kendinize iyi bakın, görüşürüzz <3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
silent noise | woosan
Fiksi Penggemarduzenleniyor. "lutfen, lutfen beni becerin bay choi."