Merhabaa. Bu saat şeysi çok karıştı gibi oldu bence. Şimdi şöyle yapalım, bu konuşma kısmında saat akşam dokuz gibi. Mingi ve San kaçtıktan bir saat sonra kapı çalmıştı ve sonrasında Hongjoong gelmişti. Bunların konuşma kısımlarında saat dokuz olsun. Bir dahaki San bölümünde saatin kaç olduğunu belirtirim yine. Neyse çok tuttum sizii. İyi okumalarr <3San
Parlak mavi saçlarını süsleyen beyaz şapkasıyla, tıpkı saçları gibi mavi olan tişörtü ve kar beyazı pantolonuyla karşımda dikilen, panikten ne yapacağımı şaşırmamı sağlayan Hongjoong'a bakıp iç çektim rahatlayarak. Selam vermişti ve kenara geçmemi bekliyor gibiydi. Hâlâ kapının önünde geçmesini engellediğimi fark edince hemen kenara çekildim. Panikten selam vermeyi unutmuştum. Kısaca "merhaba" dedim ve bakışlarımı Mingi'ye çevirdim.
O kadar paniğinin sebebinin Hongjoong olmasını sindirmeye çalışıyor gibiydi. Odanın orta yerinde dikilmiş, boş bakışlarıyla ikimize bakıyordu. Gözlerimi tehditkâr bir şekilde açtım ve düzgün davranmasını istediğimi belli etmeye çalıştım.
Bakışlarımın ardından başını iki yana salladı ve kendine geldi. Boğazını temizledi ve, "Hoş geldin Hongjoong." dedi gayet resmi bir şekilde. Onun bu resmiyeti komik gelmişti. Çünkü genellikle her şeyi dalgaya vuran, nadiren ciddi olan, kötü anılarını bile gülerek anlatan birisiydi Mingi.
"Hoş buldum Mingi." dedi onun resmiyetini taklit eden Hongjoong. Başka bir şey demeden, az önce benim oturduğum tekli koltuğa oturdu. Bacak bacak üstüne atmış, ikimize bakıyordu.
Odanın orta yerinde salak salak dikilmiş Hongjoong'a baktığımızı fark edince hemen toparlandım. Mingi'nin az önce takılıp, yere kapaklanmasını sağlayan pantolonu eğilip elime aldım ve dürüp bir kenara koydum.
Sonrasında Mingi'nin yatağının ucuna oturdum. Mingi de yanıma oturdu. Bakışlarımı Hongjoong'a yönelttim. Onun bakışları da Mingi ve benim aramda gidip geliyordu. Ortamda gereksiz bir sessizlik vardı. Bu tuhaf sessizliği bozmak adına ilk konuşan Mingi oldu. "Hongjoong, konuşmayı düşünüyor musun? Yani en azından neden geldiğini açıklayabilirsin belki?" dedi merakla.
Mingi'nin sözlerinin ardından Hongjoong'a baktım. Bir şey demesini bekliyordum. Çünkü dokuzda gelmesi - dokuz geç bir saat değil ama her zamanki gelme saatine göre geç gibi - tuhaftı. Ayrıca geldiğinden beri neredeyse hiç konuşmamış olması da nedense kötü bir şeyler olmuş gibi bir etki bırakmıştı ben de. Bugün daha fazla kötü şey olursa cidden sinir krizi geçirecektim. Mingi ile yakanlamamız, manyak gibi kaçmamız, yakalanma ihtimalimizin fazlalığı...
Yakalanma ihtimalimiz her ne kadar yokmuş gibi davransam da bulunduğumuz yerde kamera olması gerçeğini söylememiştim. Tam kaçarken fark etmiştim kamerayı. Ve gördüğümde neredeyse küçük çaplı bir kalp krizi geçirecektim.
Gerçi bu kalp krizinin küçük çaplı değil, daha büyük çaplı olması gerekiyordu çünkü gelen çocuk net bir şekilde gelip araştıracaktı olay yerini. O gelmezse de polisler. Ama çocuğun da bu işe dahil olacağını düşünüyordum çünkü sokak başından "Yeosang" diye bağırmıştı, bu da o kişiyi tanıdığını belirtiyordu. Bu da daha çok panik yapmama sebep olmuştu. O çocuğun bu konuyu asla bırakmayacağından emindim.
Ben düşüncelerimle panik yapmaya meyilli bir şekilde orada otururken, Hongjoong'un derin iç çekişiyle düşüncelerimden ayrıldım. Ona baktım.
"Jung Wooyoung," dedi. "Benimle çalışıyor ve bu konuların peşini bırakacak gibi de değil. Bir ay önce San'ın öldürdüğü Japon herifin olay yerine gitmek istediğini söyleyip duruyor."
Bu konuyu nereye çekeceğini merak ediyordum. Yatağın kenarına oturmuş merakla Hongjoong'u dinliyorduk Mingi ile. Şaşırtıcı bir şekilde hiç konuşmuyordu Mingi. Biraz sonra duyacaklarımız ile donup kalacağımızdan haberimiz yoktu. Hongjoong tekrardan iç çekti.
"Anlayacağınız, onu öldürmemiz gerek."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
silent noise | woosan
Fanfictionduzenleniyor. "lutfen, lutfen beni becerin bay choi."