WooyoungHastane sedyesine örtülmüş olan bezin terleten dokusuyla beraber gözlerimi araladım. Odada kimse yoktu. Aklıma anında Yeosang geldi. Muhtemelen şu an morgun tüyler ürperten soğukluğuyla beraber sert sedyede yatıyordu. Zaten beyaz olan teninde, ölümün vermiş olduğu beyazlıkla beraber iyice belli olan yeşil damarları ortaya çıkmıştı büyük ihtimalle.
Çok geçmeden gözlerim doldu. Öldüğünü kabullenemiyordum. Onunla olan anılarımı düşündüm. Paylaştığımız yılları, yaşadığımız saçmalıkları, komik olmayan şeylere dakikalarca anırmamızı...
Göz yaşlarım yanaklarımdan süzüldü yavaşça. Hepsi benim suçumdu. Gitmesine izin vermemeliydim. Ya da onunla beraber gitmeliydim. Öleceksek birlikte ölmeliydik. Kollarımda yatışını, düzensiz nefes alış verişleri, yarasından akan kanları düşündükçe midem bulandı. Yaşlar daha hızlı ayrılmaya başladı gözlerimden. Göz yaşının tuzlu tadını dudaklarımda hissedebiliyordum.
Titreyen dizlerimi karnıma kadar çektim, başımı dizlerime gömdüm. Ağlamaya devam ettim.
Tahminen on dakikadır burada oturuyordum. Bir anda kapı açıldı. Hemen kafamı kaldırdım ve gelen kişiye baktım. Seonghwa'ydı. Hemen yanıma geldi. Sedyenin kenarına oturdu. Sırtımı sıvazlamaya başladı. Onu gördükten sonra tekrar gömdüğüm başımı hafifçe kaldırıp "Öldü." dedim. "Öldü ve ben kendimi asla affetmeyeceğim." Sesim durduğum pozisyon yüzünden boğuk çıkıyordu. Seonghwa hemen cevap verdi "Ölmedi, komada."
Dediği iki kelime üzerine hemen başımı kaldırdım. "Ne? Koma da mı?" Başını 'evet' anlamında salladı. Ani bir duygu patlaması yaşayarak daha da ağladım. Yanımda oturan uzun böyle genç ise başımı yavaşça çekip kendi omzuna yasladı ve saçlarımı okşamaya başladı. Arada bir sakin olmam gerektiği hakkında küçük hatırlatmalar yapıyordu.
Çok geçmeden sustum. Seonghwa başımı kendisine doğru çevirip göz yaşlarımı sildi. Ona bakıp gülümsemeye çalıştım. Bana içtenlikle dolu bir gülümseme yolladı. Ani bir hareketle ona sarıldım. Birkaç saniye ani hareketim yüzünden donup kaldı. Sonrasında o da bana sarıldı.
Sarılırken "Yeosang'ın yanına gitmek istiyorum." dedim. "Gidelim o zaman." diye karşılık verdi yumuşak bir ses ile. Hafifçe doğruldum. Kalktım sedyeden. O da ardımdan kalktı.
Koridorda beraber yürüyorduk. Yeosang'ı görmeye hazır mıydım bilmiyordum. Onun bembeyaz tenini kaplayan bir sürü serumu görmeye hazır mıydım bilmiyordum.
Seonghwa önümdeydi. Bir camın önüne geldik, "Burası." dedi. Gözlerimi kapattım, iç çektim. Gözlerimi yavaşça araladığımda gördüğüm manzara karşısında donup kalmıştım. Yeosang'ın vücuduna enjekte edilmiş onlarca sıvıya baktım. Kar beyazı teninin üstündeki serumlara baktım. Bunu beklemiyordum. Bu kadarı... Fazlaydı. Hem de çok fazla. En yakınlarımdan birinin şu an karşımda bu durumda olması çok fazlaydı.
Farkında olmadan dolan gözlerim yanıyordu. Vücudum kaskatı kalmıştı. Gerçi ne bekleyebilirdim ki? Ne kadar iyi olabilirdi? Bu durumda olması gerekmiyor muydu zaten? Ama hayır. Ben Yeosang'ımı bu şekilde görmeyi hiçbir şekilde hayal etmemiştim.Lanet olsun ki kötü olabilecek hiçbir şeyi hayal etmemiştim. Gûl'ler tarafından zarar görmesini hayal etmemiştim. Onu o tehna sokağın başında yerde kanlar içinde yatarken görmeyi hayal etmemiştim. En kötü olasılığı hayal etmemiştim.
Bir ses beni düşüncelerimden kurtardı. "Wooyoung?" Yanı başımda dikilmiş adımı söylüyordu. Konuşmak istedim ama kelimeler boğazımdan çıkmadı. Sanki boğazımda bir taş vardı ve ben konuşamıyorum gibiydi. Bir kez daha adımı tekrarladı. Bu sefer kelimeler dudaklarımdan döküldü. "Efendim?" Başımı ona çevirmeden, gözlerimi çaresizce sedyede yatan Yeosang'dan ayırmadan konuşmuştum.
Cevap gelmeyince ona döndüm, "Efendim Seonghwa?" dedim. Yeosang'ı izleyen bakışlarını bana çevirdi ve "Wooyoung ben sana bir şey demedim ki." dedi endişe dolu bakışlarıyla.
--------------
Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Kendinize iyi bakın, görüşürüzz <3 Ha bu arada bir düşünceniz öneriniz falan varsa yorumlarda belirtebilirsinizz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
silent noise | woosan
Hayran Kurguduzenleniyor. "lutfen, lutfen beni becerin bay choi."