Bölüm 6

40 5 0
                                    

Telefon titremeye başladı. Aziz kanepede doğruldu. Ekran da arayanın ismi yazınca içine sıkıntı çöktü. Telefon çok kısa titredikten sonra sustu. Gül telefonu kısa çaldırıp kapatmıştı. Aziz gözlerini ovuşturup Kendini toplamaya çalıştı. Hemen telefonu eline alıp saate baktı. Saat sekiz olmuştu. Kalleş kanepeden sıkılmıştı artık yeterinden fazla. Bir aydır yatağa geçse sağa sola bakıp kafasında kurmaktan uyuyamıyor ve hemen kanepeye dönüyor, kanepede de uyuduğu uykudan bir şey anlamıyordu. Havalar iyice ısınmıştı. Ensesi, alnı ter içindeydi. Vücudu, sadece külotla yatmasına rağmen sırılsıklamdı. Telefonun geri arama tuşuna basmadan duraksadı ve her sabah olduğu gibi gözleri yine sigarasını aradı. Olması gereken yerde, sehpanın hemen üstünde duruyordu. Hemen uzanıp dudaklarına bi' dal yerleştirip yaktı. Duman ciğerlerine dolarken sakinleştiğini, daha hızlı düşünebildiğini sandı ve hemen sonra telefonun geri arama tuşuna bastı. Kısa çaldı telefon ve Gül hemen cevapladı. Telefonu açar açmaz umarsız ve gergin bir tavırla hemen konuya girmeyi tercih etti:

- Neden çağrı attığımı merak ediyorsan cebimde delik kuruş kalmadı. Zaten hiç delik kuruşum olmadı cebimde ama annemin verdiği harçlık ta bitti ve onlarda sonuçta iki emekli maaşıyla bir dünya masraf yapıyorlar. Tekrar istemeye yüzüm yok. Bana para gönderecek misin misin bu gün. dedi .

Aziz takır takır konuşurken Gül'ün sözünü kesmedi ama sanki saniyeler saatler gibi daraltıp hiç bitmeyecek gibi geldi. Bir ara gözlerinin karardığını hissetti. Kendini sakinleştirmeye çalışmaktan yorulmuş, artık kendini sakinleştirmeye çalışmasının bile çok zavallı hissetmesine neden olduğunu fark etmişti.

- Gönderemem... dedi Aziz. Bir kaç saniye sessizlik oldu. Aziz'in net cevabı, sakin tavrıyla birleşince Gül nasıl karşılık vereceğine karar veremedi.

- Neden? İşin mi var bu gün. Yarın gönderir misin? diye sordu.

- Para falan gönderemem sana ben. Daha boşanmadan nafakamı göndericem sana. Biz senle aileyken iki lokma neyimiz varsa paylaşıyorduk rızkımızı. Şimdi kendimi koca gibi hissetmek için, kendimizi aile gibi hissetmek için sana paramı göndericem bide. Çok sakin dökülen kelimelerin ses tonundan çok içerikleri yakıyordu alev ateş. Aziz de konuşurken sanki kitaptan okuyor gibi konuşuyordu ve fakat Aziz'in okuduğu kitap öz benliğiyle koca bir aydır yaptığı mütalaalar sonucunda, kendi içinde verdiği kararların kitabıydı. Gül gibi annesinin teyzesiyle yaptığı mütalaaların kitabından okumuyordu.

- Sen ne biçim konuşuyorsun. Bizim çocuğumuz olucak. Hiç mi para göndermiceksin? Ben tek başıma mı bakıcam çocuğa. Aramızda hiç bir şey kalmasa da; sevgi, saygı bitse de, bu çocuğu ben tek başıma mı yaptım?

Gül'ün şaşkınlığı ve acındırma cümleleri sesine telaş ve ağlamaklı bir hava katmıştı. Hani birileri sağa sola bir böcek falan koymuş olsaydı; bu sıralar insanların bir birlerinin özel alanlarına böcek koyup dinlemeleri çok modaydı ki dinlenecek kadar bile önemli şahsiyetler değillerdi; Gül'ün bu sözlerinden sonra Aziz'i yargısız - sualsiz asarlardı.

- Çocuk olacak diye sen aramızda ki ilişkinin, ailemizin mecburiyete mi döneceğini sanıyordun. Çocuk sevginin, saygının ve mutlu bir birlikteliğin meyvesidir. Senin yapmaya çalıştığı gibi zehir - zıkkım değil...

Aziz hiddetlenmiş, önünde duran sehpaya vura vura konuşmaya başlamıştı. Bağırarak konuşmasa da, sanki seçim öncesi muhalefet parti liderinin halka seslenirken iktidarı eleştirmesi gibi yükselerek konuşuyordu.

- Şimdi sen hangi çatının altındaysan, kimi kendi ailen sıralamasında en üst sıraya koyduysan onun rızkını yersin. Sen beni bu kadar gurursuz mu sandın. Sen beni adam yerine koymayacaksın, koca olarak saygı duymayacaksın ve ben sadece çocuğumuz olacak diye kulun köpeğin mi olucam. Ben sana zulüm mü ettim? Dövdüm mü? Bana diyosun ki çocuğu tek başıma mı yaptım... Annenle mi yaptın, teyzenle mi... Çocuk sadece senin karnında diye sen ne karar verirsen çocuk senle o karara uyacak, sen keyfin isteyince çekip gideceksin, bütün hamilelik heyecanını, doğumunu, her şeyini annenle teyzenle yaşayacaksın... Ben baba olarak sadece bakmakla yükümlüyüm dimi... Gönderemem ben para falan.

Aziz köprüleri yakma sınırında geziniyordu. Blöf yapmıyordu. Asla yapmazdı. Gül kamyon çarpmışa dönmüştü. Bir kaç saniye sessizlik oldu. Aziz konuşmaya devam etti.

- Sana bir aydır elli kere telefon açıyorum, ne telefona bakıyosun ne geri dönüyosun. Haspel kader açtığında da telefonu hal hatır bile sormadan tersleniyosun. Elli kere gelip alayımseni çözelim problemlerimizi diyorum istemiyosun. Sen kimsin beni adam yerine koymuyosun. Sen kimsin? Gül hiddetlendi. - Ne biçim konuşuyosun sen. Ben senin karınım. Çocuğunu taşıyorum karnımda. Sen ne biçim... Gül'ün lafını tamamlamasına izin vermeden çıkıştı Aziz. - Sen sadece çocuğumu taşıyorsun. Bunun dışında koca bi hiçsin. Buda iki ay daha sürer. Sen hele bi doğur bakalım. Sonra görüşürüz...

Gül telefonun ucunda zangır zangır titriyordu. Kapanmış telefonun dıtlama sesi kulağında çınlıyordu ama dona kalmıştı. Yavaşça telefonu kulağından indirdi. Güven ruh gibiydi ve bedeni bir kere terk etmişti ve tekrar bedene dönmesi imkansızdı. Artık araları tekrar düzelse de, aynı hayatı paylaşmaya başlasalar bile Gül her sabah uyandığında 'bu gecede yastığı suratıma bastırmadı' diye dua edecekti. Bir araya gelmeseler ne olacaktı? Her gün evde oturduğu yerde, cama biraz yakın geçen her silüetin, cinnet getirip kapıya dayanmış kocası olduğu korkusuyla mı yaşayacaktı. Hamilelik kaprisleri biraz aşırıya kaçmış, evdeki hesap çarşıya uymamıştı. Şimdi, bir zamanlar büyük aşk ve tutkuyla hayatı paylaştığı adamı, aynı derecede uç noktalarda düşman yapmıştı kendine. İlk kez Gül kendini bu kadar pişman hissediyordu ve fakat son pişmanlık...


SARIMSAKLI GÜNLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin