Bölüm 20

19 2 0
                                    

Şafak henüz sökmemişti. Buna rağmen Gül heyecandan uyuyamamıştı. Salonun rutubetli havası boğazını tahriş edecek kadar ağır ve can yakıcıydı. Bu sıcakta, çok uzak bir yol olmasa dahi, nasıl Edremit'e kadar gideceğini kestiremiyordu kafasında. Aziz, yaptıkları plana göre, saat altı gibi falan evde olacaktı. Sabah serinliğinde yola çıkalım, sıcak bastırmadan yolu tamamlarız diye plan yapmışlardı. Saat henüz beşi geçiyordu. Gül biliyordu Aziz'in erken geleceğini. Hep her işini sağlama almak için planlanandan erken yapmaya çalışırdı. Belki yarım saate kalmaz kapı çalar diye düşündü Gül. Peki annesi ve teyzesi hazır mıydı. Tabi ki hayır. Her zamanki gibi henüz uyanmamışlar, her şeyi son dakikaya bırakmışlardı. Gül Oflaya poflaya uzandığı kanepeden doğruldu. Aziz geldiğinde uyuyor olmaları, Aziz'in onları uyandırmış olması Gül'ü mahcup ederdi. Göbeğinin altından tutarak yavaş adımlarla annesinin odasına doğru yöneldi. Oraya gidebilmek için bütün holü geçip, giriş kapısından sonra odaya varması gerekiyordu ve fakat giriş kapısının önünden geçerken bir an gelen seslere kulak kesildi. Kapının önünde biri vardı. Daha doğrusu kapının önünde biri ağlıyordu. Sadece burnunu çekmesinden ağladığı anlaşılıyordu. Aslında çok fazla ses çıkarmıyordu ama ağladığı anlaşılıyordu. Gül kim o deliğine uzandı hemen. Giriş kapısının sol tarafında, duvara yaslanmış, arkası dönük şekilde ağlayan takım elbiseli bir adam olduğunu gördü. Duvara kapaklanmış, sırtı dönük olmasına rağmen Gül hemen Aziz olduğunu anladı. Şaşırmıştı. Hemen kapının kilidini açtı. Hafif bir gıcırtıyla kapı aralandı. Aziz hala hıçkırıklarla ağlıyordu. Gül yavaşça merdiven boşluğuna kadar ilerledi. Hemen iki adım arkasında durdu Aziz'in. 

- Aziz? İyi misin? Gül tedirgin ve şaşkındı. Evlilikleri boyunca hiç böyle ağlarken görmemişti onu. Aziz yavaşça başını kaldırıp döndü. Dönmesiyle birlikte her tarafı ağır bir sarımsak kokusu kapladı. Neredeyse nefesi kesecek kadar ağır bir koku... Aziz'in yüzü sanki, şu televizyonlarda oynatılan doksanlardan kalma ucuz zombi filmlerindeki basit makyajlı karakterler gibi, donuk ve sarkmış görünüyordu. Ağzında neredeyse hiç diş kalmamıştı. Aziz Tıslar gibi konuşmaya başladı. 

- O kadar fırçaladım dişlerimi ama geçmiyor kokusu. Dişlerim dökülene kadar fırçaladım ama geçmiyor. Aziz'in her kelimesinde sarımsak kokusu Gül'ün yüzünü dövüyordu. Öğürmemek için zor tutuyordu kendini. Aziz ani bir hamleyle Gül'ün gırtlağına sarıldı. Burnun dibine kadar sokuldu. Gül artık nefes alırken oksijen yerine Aziz'in sarımsak kokulu karbondioksit atıklarını soluyordu. Derin bir öğürme geldi ve karnına bir sancı saplandı. Karnın içinde bebeğin kıpır kıpır debelendiğini hissedebiliyordu. O anda bacaklarından aşağı suyunun geldiğini hissetti. Geceliğinin önü bir parça kan oldu. Sanki bir sürahi yumurta akını yere bir anda boca etmişcesine şiddetli ve iğrençti. Aziz hiç aldırış etmemişti bile. Halen burnunun dibine kadar girmiş, sarımsak terapisine devam ediyor ve tıslayarak aynı kelimeyi tekrar edip duruyordu: 

- Değdi mi? Değdi mi? Değdi mi? Değdi mi? .....

Gül cevap vermek yada çığlık atmak bile şöyle dursun, nefes bile alamıyordu. Artık gözlerini açmıştı uzandığı kanepede ama halen kabusun etkisindeydi. Ağzı kurumuş, boğazı düğüm düğüm olmuştu. gerçekten nefes alamıyordu. Boncuk boncuk terler alnından aşağı göz yaşlarıyla harmanlanıp iniyordu. Önce sakinleşmeye çalıştı bir kaç saniye, sonra hemen yanı başında duran suya uzandı. bir yudum alarak boğazını rahatlattı ve hemen arkasından koca bardak suyu kafaya dikti bir solukta. Ama içinde ki ateş sönmek bilmiyordu. Doğruldu kanepede. Nefesini dengelemeye çalıştı. Karnında gerçekten sancısı vardı. Ağzının içinde leş gibi bir tat vardı. Sanki bütün gece sarımsakları bütün bütün yutmuş gibi hissediyordu kendini. Öğürmemeye çalıştı. Yutkundu. Dudaklarından bir fısıltı döküldü yerlere. Şafak vaktinin ve bu gün başlayacak yeni hayatın ilk gerçek sözleri... Bu güne kadar belki de söylenen tek doğru söz.

- Değmedi... Çok pişmanım Aziz'im. Gerçekten değmedi... Sen insanın başına gelebilecek en güzel şeyken, ben bir çuval inciri bok ettim. Senin elinden, yerine tekrar koyamayacağım şeyleri aldım. Gerçekten değmedi...

Gül bütün pişmanlıklarını vicdanı ile paylaşırken karnına derinden bir tekme geldi. Sanki içeriden birileri isyan etmiş ve açık açık soruyordu. Henüz daha doğmadan bana ödettiklerine değdi mi diye soruyordu. Ben senin kabuslarına ortak olmak zorunda mıydım? Sen, daha doğmadan bana nasıl bir kader biçiyorsun diye soruyordu. Gül o anda dudaklarından yerlere dökülenlerin aslında vicdanından çok karnında kine atfedilmesi gerektiğini anladı. Aziz de, Gül de kendi kararlarının, kendi hatalarının bedelini ödeyebilirlerdi ve fakat daha gözleri güneş görmemişin... Gül hıçkıra hıçkıra ağlamamak için zor tutuyordu kendini. Yine de bütün cesaretini topladı. Ellerini karnında kavuşturdu. 

- Vurma oğlum. Haklısın. Değmedi...

SARIMSAKLI GÜNLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin