20- Sorma Neden Niçin

153 27 31
                                    

Bölüm şarkısı ; Teoman - Güzel Bir Gün

Yeryüzündeki bütün kederler toplanıp bir ruhu oluşturmuş, o ruh benim bedenimi giyinmişti sanki.

Kimi suçlasam neye inansam bilmiyordum, her şey birbirine girmişti. Sıkışmıştım dört duvar arasına nefes alamıyordum.

Ne mevsimden haberim vardı ne geceyi biliyordum ne de güneşin doğuşunu.

Ben galiba artık deliriyordum.

Kyungsoo hyung uğramıştı dün yanıma. Mahkemeden hafta başında geri dönüş alacağını söylemişti ve eklemişti.

"Çocuk mahvoldu Sehun. Bir görüşseniz sana da iyi gelecek, biliyorsun. Kabul et artık şu çocuğun ziyaretlerini."

Chanyeol'den bahsediyordu. Başımı salladım. Öğleden sonraki görüş saatinde burada olacaktı.

Kahvaltı vaktinin hemen arkasından ziyaretçi odasına gittik sırayla. Her koğuş belli bir düzenle sıraya giriyordu. Yaklaşık yarım saatin sonunda Chanyeol'ü görebilmiştim.

Kapıdan girdiğim gibi boynuma atladı. Kolumu yapabildiğim kadar beline sararken zayıfladığını fark etmiştim.

"Nasılsın?" diyerek geri çekildi sanki bir çift sulu göz ona ait değilmiş gibi gülümseyerek. Omuz silktim. "Gördüğün gibi."

Burnunu çekip dişlerini göstererek sırıttı. "Biliyor musun Bayan Song hala seni anlatıyor bütün bölüme."

Sanki okul çıkışı bir parkta buluşup kahve içiyormuşuz gibi davranıyordu. Fakat ne benim kelepçeli ellerim ne de onun durmadan akan göz yaşları o çocuk parkına yakışıyordu.

"Sehun diyor, geleceğin en başarılı çevirmenlerinden biri olacak. O Taesu ineği var ya, görmen lazım nasıl kıvranıyor hasedinden."

Güldüm. "Demesene öyle insanlara." dedim oyununa ayak uydurarak. "Ayıp."

Gözünü silip hıçkırdı. "Ne yapayım," dedi burun kırıştırarak. "Hak ediyorlar."

O yarım saati çocuk parkında geçirdik biz. Duvarlar falan yoktu. Güneş kafamızı pişiriyor, yeni biçilmiş çimlerin kokusu burnumuza doluyordu. Chanyeol'ü uğurlarken sanki eve dönüyormuş gibi el salladım gülümseyerek ona. Yanağımdan makas alıp gitti.

Havalandırma vakti geldiğinde dört duvar yeniden örülmüş, çimlerin yerini kirli asfalt almıştı. Avluda kendime zar zor bulduğum, kimsenin görmediği kör nokta olan gizli köşemden kalkıp futbol oynayan mahkumların arasına karıştım. Adımlarım düz, suratım ifadesizdi. Sormamıştım beni de alır mısınız aranıza diye. Zaten kimse de sorun etmemişti.

Elbette bir yere kadar.

Top çalma bahanesiyle sürekli çelme takıp yere düşürdüğüm biricik hücre arkadaşım yavaş yavaş öfkelenmeye başlamış, kasıtlı yaptığımın farkına varmıştı.

"Derdin ne ulan senin?!" diye tükürükler saçarak enseme yapıştı. Sırıttım. Gayet açık değil miydi? "Ne gülüyorsun piç gibi? Dayak mı çekiyor canın?"

Hiç fena olmazdı.

Lafını bitirdiği gibi yumruk yaptığım elimi suratına geçirdim. Acıyla inleyip geriye sendeledi. Bu benim ilk kavgamdı, ilk kez birine vuruşumdu.

Tekrar üstüme yürüdüğünde alev çıkıyordu gözlerinden. Ağzından küfürler saçarken üzerime saldırdı. Onun yumruğunu kuvvetiyle benimkisi bir değildi. Ve onun arkasında olan adamlar benim yanımda yoktu.

Pekala, umurumda değildi. Suratındaki iğrenç ifadeyi dağıtmak yetmişti. Karnıma kaç tekme yedim, yüzüme kaç yumruk değdi saymadım. Bedenimin sızısı ruhumun sızısının yanında bir hiçti. En sonunda gardiyanlar gelip ikimizi de tek kişilik hücrelere attıklarında darbelerin acısı kesildi.

Ben istediğimi elde etmiştim. Günlerdir hedeflediğim şeyi yapmak için fırsat yakalamıştım. Bütün her şey hazırdı. Başarısız olma ihtimalim yok denilecek kadar azdı.

Hücre zifir karanlıktı, etrafı zor seçiyordum yine de sorun değildi. Gardiyan akşam yemeğini aradaki boşluktan iteleyip gittiğinde ortam da sessizleşmişti. Yere saçılmış yemek umurumda değildi.

Ben bir yabancı olmuştum öylesine nefes alıp veren bu bedene. Ağlasam da gülsem de farkındaydım, sevinçlerim çok uzaktı artık bana. Bu kriz geçecek sanırdım, öyle umar öyle dua ederdim. Katlanarak arttığında ise usanmıştım kendimden. Eğer yaşadığımı hissedemiyorsam yaşam bir hiçmiş, ben bunu şimdi anlıyordum.

Kederiniz sizi hasta ediyorsa yaşıyorsunuz demektir, rica ediyorum sizden, lütfen bir de benim için incitmeyin duygularınızı.

...

Genç oğlan tek başına kaldığı hücrede böceklerin gezindiğine emin olduğu duvarı izledi bir süre. Gardiyanların son yoklamayı almasını bekledi. Hiçbir pürüz çıksın istemiyordu. Uzun süredir düşündüğü bu kararı sonunda almıştı. Onu vazgeçirecek hiçbir gerekçe de yoktu zaten. Kafaya koymuştu.

Bu hayattan alacağı bir şey kalmamıştı. Yalnızlığı da doya doya hissetmişti, kısacık bir zaman dilimine tekabül etse de aşkı da. Ama artık önünü göremiyordu.

Jongin düştü aklına. Daha doğrusu hep aklındaydı, umarım ona göstermezler diye dua etti. Kaldıramayacağını biliyordu yine de onu kendi tutsaklığına ortak etmek istemiyordu. Elinin tersiyle yanağına süzülen göz yaşlarını sildi.

"Seni azat ediyorum sevgilim." diye fısıldadı karanlığa.

Ardından çamaşırhaneden gizli saklı aldığı ipi çıkardı cebinden. O kadar seriydi ki hareketleri zihninin kıyılarında hep var olan bu düşünceyi sonunda eyleme dökerken sanki çok kez provasını yapmıştı bunun. Her zaman korkaklığından dem vururdu. Bu ise aldığı en cesur karardı.

Yeterince dur demişti kendine, artık vakit gelmişti.

Yelkovan ve akrep gece yarısının üstünde buluştu. Evlerindeki saatin çıkardığı guguk kuşu sesi çınladı kulağında.

"Oğlum.." Annesinin o narin tınısını duyduğunda ise çıktığı tümsekten serbest bıraktı bedenini.

Tutsaklığı sona ermişti. Özgürdü.

Güneş yeni günü aydınlatmak için doğarken Sehun 27 Nisan'da bıraktı ruhunu.

En sevdiği mevsimi seçmişti bugün için.

***

Senle ben hep böyle kalacağız
Gitgide eriyip yok olacağız

...

Sevgiyle kalın.

Alla Beni Pulla Beni || sekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin