--
Jeongin yavaşça mezarın kenarına oturmuş ağlayan sevgilisine yaklaştı ve destek olmak amacıyla elini omzuna atarak sıktı.
Hyunjin ailesinin mezar taşlarına bakarak içli içli ağlıyordu. Jeongin de ağlamaya başlamıştı.
Uzun bir süre hiç konuşmadan ağlamışlardı. Jeongin, ilk defa sevgilisini bu kadar bitik bir halde görüyordu. Sürekli gülen bir insanın aslında içinde büyük bir yara taşıdığını bilmiyordu.
Hyunjin burnunu çekerek kafasını kaldırdı. Sevgilisinin ağlayan yüzüyle karşılaştı. "Güzel gözlüm."
Jeongin ağlamanın da verdiği yorgunluk ile 'hm' diye bir ses çıkardı sadece.
Hyunjin, sevgilisinin belinden tutarak dizine oturttu ve sıkıca Jeonginin beline sarılarak kafasını boynuna gömdü.
"Benim yüzümden oldu."
Jeongin, Hyunjinin saçlarını okşarken kafasını sağa sola salladı. "Neden kendini suçluyorsun Hyunjin? Kaza bu. Herkesin başına gelebilecek bir olay. Bunu kendi suçun olarak görme. Sen daha küçücüktün. Ne yapmış olabilirsin ki?"
Hyunjin kafasını sevgilisinin boynundan kaldırdı ve kızarmış gözleri ile Jeonginin gözlerine baktı.
"Benim suçum Jeongin."
Jeongin uzun zaman sonra ilk defa Hyunjinin ağzından ismini duyuyordu. Bu ağlamaklı ses tonuna yakışmayan isminden nefret etti o anda.
Neşeli bir ses tonu ile 'güzel gözlüm' denmesine o kadar alışmıştı ki böyle ağlamaklı bir ses tonu ile ismini duymak çok üzmüştü Jeongini.
"Benim suçum. O gün lunapark diye tutturmasaydım eğer... O kaza.. O kaza olmayacaktı."
Jeongin kendi gözünde akan yaşları yok sayarak sevgilisinin göz yaşlarını sildi. "Hayır Hyunjin. Hayır, senin suçun değil."
Hyunjin kafasını sağa sola salladı. "Ben dedim Jeongin. Oturdum ağladım lunapark diye. Lanet olsun ki onları çok zorladım. Benim yüzümden o lunapark yolunda kaza yaptılar. Benim yüzümden hayatlarından oldular. Ama ben? Ben o arabadan sapasağlam çıktım. Neden bende ölmedim? Keşke bende ölse-"
"Şşşhh" Jeongin, Hyunjini kendine çekerek sıkıca sarılmış ve sürekli "hayır, hayır" diyerek sayıklamaya başlamıştı.
Hyunjinin ağlaması biraz dindiğinde Jeongin onun yanaklarını elleri arasına aldı. "Bak Hyunjin, sen bir çocuktun ve her çocuk gibi parka gitmek istedin. Eğlenmek istedin. Ailende senin mutluluğun için gidiyordu. Ama kaza bu.. Senin suçun değil. Böyle olacağını bilsen gitmek ister miydin? Lütfen kendini suçlayarak hem bu aileni, hem evde bekleyen aileni, beni ve kendini daha fazla üzme."
Hyunjin sessiz kalarak sadece sevgilisini dinledi. Jeonginin elleri Hyunjinin yanağını okşarken yumuşak bakışları Hyunjinin yüzündeydi. Jeonginin bu yaklaşımları Hyunjin'e annesini hatırlatıyordu.
"Bak sevgilim, kendini böyle yıpratarak aileni üzme. Onlar seni böyle gördükçe kim bilir nasıl üzülüyorlardır. Ve evde ki ailen... Hyunjinim, bak Felix baban çok üzülüyor. Kimseyi istemiyormuşsun yanında. O çok üzülüyor. Senin üstüne çok düşüyor. Onu da kendini de böyle üzme. Ben seni böyle görmeye alışık değilim."
Hyunjin gülümsedi ve yanağında ki ele daha çok yaslandı. "Güzel gözlüm, o kadar annem gibi hissettiriyorsun ki."
"Sen bana böyle gülümse yeter ki. Ben senin annen de olurum, aşkında olurum, arkadaşın da olurum, ailende olurum."
Jeongin, Hyunjinin ıslak yanağına bir öpücük bıraktı ve sevgilisinin dizinde kalkarak karşısında duran iki mezara baktı ve eğilip doğruldu.
"Kendimi tanıtmadığım için özür dilerim. Ben Lee Jeongin. Oğlunuzun erkek arkadaşıyım hani şu size bahsettiği güzel gözlüsü. Onu sizin gibi sevip ve koruyacağıma dair size söz veriyorum. Kalbinin kırılmasına asla izin vermeyeceğim ve onu hep seveceğim. Gözünüz arkada kalmasın."
Jeongin mezarlara karşı gülümsediğinde Hyunjin de iç çekerek oturduğu yerden kalktı ve sevgilisinin yanında durarak elini tuttu ve ailesinin mezarına baktı.
"Damadınızı beğendiniz mi? Ben çok beğeniyorum. Anne, tıpkı senin gibi hissettiyor. O kadar tatlı ki. Keşke yüz yüze tanışacak kadar şanslı olsaydınız."
Jeongin kafasını sevgilisinin omzuna koydu. Hyunjin de tekrardan iç çekti. "Anne, baba. Ben şimdi gidiyorum. Evde bekleyen diğer ailemi de daha fazla endişelendirmemeliyim. Sizi çok seviyorum. Yine geleceğim. Şimdilik hoşçakalın."
Son kez mezar taşlarına baktılar ve mezarlıktan ayrıldılar. Az ileri de Changbinin arabası duruyordu.
"Babamla mı geldin?"
Jeongin sevgilisin koluna sarıldı. "Hm hm. Benim babamda geldi."
"Jisung baban mı?"
Jeongin gülerek kafasını sağa sola salladı. "Hayır, Minho babam."
Hyunjin şişmiş gözlerini büyüttü. "Harbi mi diyorsun? Bildiğimiz Minho amca? İyi de niye geldi ki?"
"Ah Hyunjin... Saf sevgilim benim. Babam belli etmek istemese de artık seni kabullendi ve seni seviyor."
Hyunjin kahkaha attı. "Şaka yapıyorsun herhalde güzel gözlüm."
Jeongin göz devirdi. "Canım neden inanmıyorsun? Gerçekten diyorum. Sabah senden haber alamadığımı söylediğimde endişelendi ve bir dakika beklemeden sizin eve gittik. Sonra da buraya geldik."
Konuşa konuşa arabaya gelmişlerdi. Hyunjin içinde oluşan mutlulukla kapıyı açtı ve sevgilisi ile arabanın arka koltuğuna yerleşti.
Sürücü koltuğunda babası, yanında da Minho oturuyordu.
"İyi misin oğlum?"
Dikiz aynasından göz göze geldiği adam babası değildi. Az önce ona 'oğlum' diye seslenen babası değildi. MİNHOYDU!
Hyunjin dikiz aynasından göz göze geldiği adama gülümsedi. "İyiyim Minho amca. Teşekkür ederim, her şey için."
Minho da gülümsedi ve sadece kafasını salladı. Jeongin de mutluluk ile sevgilisinin koluna daha çok sarılırken Changbin de arabayı çalıştırmıştı.
Her şey güzeldi.
~~~~~~~~~~~
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sıcak Şarap🍷 HyunIn ✓
Fanfic"Ah o güzel gözlerin döndürüyor başımı, lütfen seni izlerken hor bu telaşımı" "Bekle ulan bekle geliyorum ben döndüreceğim o başını. Jisung peçetelerimi getir!" "Minho amca? Lan kaç Hyunjin kaç!" > Batuhan Kordel - Sıcak Şarap 🎧