Taşrada hayat her zaman güzel olmuştu. Ta ki o yaza dek, diye düşündü Henry. Gömleğinin kollarını sıyırmış, botlarını çıkarmıştı. Gölün kenarında oturmuş, elindeki taşları üzerinde sektiriyordu. Taşrada hava Londra'ya nazaran daha güneşli olurdu. Bu sebeple kolları ve bacaklarını açıkta bırakarak biraz güneşlenmek istemişti. Çocukken bu göle Blake ve Faith'i alıp gelirdi. Onlara taş sekmeyi öğretmişti. Mollie o zamanlar çok küçüktü.
Çocukluğuna dair ne kadar güzel anıları vardı. Ailece bu gölün kenarında yaptıkları piknikleri düşündü. Yüzünde çocuk saflığında bir gülümseme oluştu. İç çekti.
"Seni çok özlüyorum... anne."
Son sözcük, bunu sesli söylemek onun için çok zordu. Bir daha annesine seslenemeyecek olmak, bu dünyasının başına yıkılmasıydı. O zamanlar her şey birbirine girmiş, Henry'e bir daha hiçbir şey eski mutluluğunu veremeyecekmiş gibiydi. Yine de denedi. Kardeşlerine ve babasına tutundu. Ve de onları bir arada tuttu. Halası olmasaydı bunları nasıl başarırdı bilmiyordu. Kadın her şeyiyle onlar için oradaydı. Kaç sene geçerse geçsin, bu hep böyle olmuştu.
Elindeki son taşı ileriye doğru fırlatmak üzereydi ki arkasından gelen sesle irkildi.
"Bana da öğretir misin?" Arkasını döndüğünde küçük kız kardeşini gördü. Mollie eteklerini toplayıp onun yanına oturdu. Ayakkabılarını çıkarıp bacaklarını uzattı. "Hava çok güzel."
Henry gülümsedi. Ona taş sektirmeyi hiçbir vakit öğretememişti. Elindeki taşı ona gösterdi. "Böyle tutacaksın." Taşı parmaklarının arasına alıp elinin açısını ayarladı. "Vee..." Taşı fırlattı. Taş gölün üstünde tam DÖRT KERE sekti. Mollie şaşkınlıkla kahkaha attı. "Bu şekilde atacaksın."
"Vay canına, bu çok iyiydi." dedi ağabeyine. Hafifçe omzunu onun omzuna vurdu. "Bana hiç öğretmemene üzüldüm."
Henry onun şakalaştığını bilse de içinde bir parça sızlama hissetti. Mollie annesini neredeyse hiç hatırlamıyordu. Henry ise annelerine dair en çok anısı olan insanken... Küçük kardeşine bu hatıralardan, annelerinin evladı olmanın nasıl bir şey olduğunu anlatmaktan kaçmıştı.
Gölün biraz ilerisindeki büyük palamut ağacını gösterdi kardeşine. O saf gülümseme geri dönmüştü. "Tam o ağacın altında," dedi yumuşak bir sesle. "Ailecek piknik yapardık. Sen o zaman bebektin." Henry onun o tombul halini hatırlayınca Mollie'nin yanaklarını sıktı. Genç kız güldü. "Güneşli havalarda buraya çıkardık. Annem ve babam, piknik yaptığımızda yemekleri kendileri hazırlardı." Gülerek devam etti. "Onlar mutfakta kaldığında ben de yanlarına giderdim. Onları izlerdim. İkisi birlikte çok eğlenirlerdi. Faith pastayı çok seviyor diye ikisi de pasta yapmayı öğrenmişti. Blake ise pudinge bayılırdı."
"Peki ya ben?" diye hevesle sordu Mollie.
Henry'nin gülümsemesi buruklaştı. Anne ve babası bir arada onun için çok şey yapamamışlardı. Ancak Mollie hatırlamıyor olsa da onlarla çok güzel anılara sahipti. "Sen tatlıdan pek hoşlanmazdın."
Mollie güldü. "Hala öyleyim."
"Ancak havucu çok severdin. Bu sebeple sana havuçlu kek yaparlardı. Fazla tatlı olmamak şartıyla elbette."
İkisi de sesli bir şekilde güldü.
Mollie gökyüzüne doğru baktı. "Babam ona çok benzediğimi söyledi."
Henry yutkundu. Kardeşine baktı. Öyleydi. Annesinin bir kopyası gibiydi. Kızıl, gür, kıvırcık saçları omuzlarına dökülüyordu. Gözleri tıpkı annesininkiler gibi su yeşiliydi. Yüzünde belli belirsiz çiller burnuna, alnına ve yanaklarına dağılmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bakışlarında Saklı (Wattys 22 Kazananı)
Ficción históricaWattys 2022 Tarihi Kurgu Kazananı Not: Bu kitap, Acklam Serisinin ilk kitabıdır. "Hatıralarda saklanmış bir aşk..." Henry Acklam, aşkı aramaktan çok uzaktı. Öncelikle ilgilenmesi gereken bir ailesi vardı. Üstelik duygularını gizlemesi gereken kimse...