Hana döndüğümüzde şarap, taze ekmek ve kızarmış etten oluşan küçük bir düğün yemeği hazırlandığını gördük.
Üzerimi değiştirmek üzere merdivenlere yürürken Dougal kolumdan tuttu.
“Bu evliliğin geri dönüşü olamayacak şekilde gerçekleşmesini istiyorum,” dedi kısık sesle. “Yasal bir birleşme olmadığını iddia edebilecekleri bir tek açık kapı bile kalmamalı, hepimizin boynu ipin ağzında.”
“Bana bunu başaracakmışsın gibi geliyor,” dedim açık bir şekilde. “Benim açımdan bu böyle.”
Dougal popoma bir şaplak attı.
“Bu konuda hiçbir şüphen olmasın, sen sadece üzerine düşeni yap.” Bu rolü yeterince iyi oynayıp oynayamayacağımı tartar gibi beni süzdü.
“Jamie’nin babasını çok iyi tanırdım. Oğlu da ona çok benziyor, herhangi bir sorun olacağını sanmam. Ah, Jamie, evladım!” Atları ahıra koyduktan sonra içeri girmiş olan Jamie’ye doğru hızla ilerlemeye başladı. Jamie’nin yüzüne bakınca onun da talimatları aldığını anladım.Bir süre sonra kendime bunların nasıl gerçekleştiğini sormakla meşguldüm. Altı hafta önce bir tepede durmuş, kocama götürmek üzere kır çiçekleri topluyordum. Şu anda bir köy hanının küçük bir odasında özgürlüğümü kurtarmak adına ve evlilik gereklerini yerine getirmek için çok az tanıdığım başka bir kocayı hayatımı bekliyordum.
Ödünç giysilerimle yatağın üzerine oturmuştum. Odanın kapısı açılıp tekrar kapanırken hafif bir gürültü çıktı.
Jamie kapıya dayanıp beni seyretmeye başladı. Aramızdaki utanç duvarı gittikçe büyüyordu. Sessizliği bozan Jamie oldu.
“Benden korkmana gerek yok,” dedi yumuşak bir sesle. “Üzerine atlamak gibi bir niyetim yok.” Bunu duyunca bir kahkaha attım.
“Böyle bir şey yapacağını hiç düşünmedim.” Bu gerçekti, ben onu davet etmeden bana dokunmaya bile kalkışmayacaktı. Bu da benim onu daha fazlasını yapmak üzere kısa bir zaman zarfında baştan çıkarmam gerektiği anlamına geliyordu.
Onu süzmeye başladım. Onu çekici bulmasam bunu yapmam zor olabilirdi, oysa ben tam tersine onu çok çekici buluyordum. Sekiz yıldan da uzun bir zamandan beri Frank’ten başka bir erkekle beraber olmamıştım. Bunun yanı sıra bu genç adam bu konuda hiçbir tecrübesi olmadığını kendi ağzıyla söylemişti. Ben de bugüne kadar bir çiçeğin açmasına tanıklık etmemiştim. Her şeyi bir kenara bırakıp olaya kolay çözümler getirmeye uğraşıyordum ama nereden başlamam gerektiğini gerçekten de bilmiyordum. Ama şu halimize bakılırsa üç dört gün boyunca karşılıklı bakışarak durmayı başarabilirdik.
Hafifçe yutkunduktan sonra elimi yatağa vurup, “Oturmak istemez misin?” dedim.
“Olur,” dedi ve bir kaplan gibi kocaman adımlarla bana doğru ilerledi. Yanıma oturmak yerine bir tabure çekti ve tam karşıma oturdu. Uzanıp ellerimi kendi ellerinin arasına aldı. Küt parmaklı kocaman elleri vardı. Üzerinde kızıl tüyler olan bu eller sıcaktı. Dokunuşuyla hafifçe ürperdim ve Tevrat’tan bir bölüm hatırladım. “Yahya’nın pürüzsüz bir teni vardı kardeşi Ays ise bunun tam tersine son derece kıllı bir adamdı.” Frank’in uzun, ince, zarif, tüysüz, bakmaya doyamadığım elleri vardı.
“Bana kocanı anlat,” dedi Jamie, aklımdan geçenleri okumuş gibiydi. Yaşadığım şok neredeyse ellerimi hızla çekmeme sebep olacaktı.
“Ne?”
“Sakin ol. Burada birlikte geçireceğimiz üç dört günümüz var. Bilmem gereken her şeyi biliyormuş gibi yapmayacağım, hayatımın bir bölümünü bir çiftlikte yaşayarak geçirdim. İnsanların hayvanlardan farklı olduğunu çok iyi bilirim. Zamanı geldiğinde yapmamız gereken şeyi yaparız. Ama önce biraz konuşup birbirimizden korkmamaya çalışsak çok daha iyi olur.” İçinde bulunduğumuz durumu net olarak açıklayan bu sözler içime biraz su serpmişti.
“Benden korkuyor musun?” Öyle görünmüyordu. Belki biraz sinirliydi, ama o kadar. İlk seferi olacaktı ama o on altı yaşında ürkek bir delikanlı değildi. Gözlerimin içine bakarak gülümsedi.
“Evet. Hatta senden daha çok korkuyorum. Ellerini bu yüzden tutuyorum, böylelikle benimkilerin titrediği belli olmuyor.” Buna pek inanmadım ama yine de onun ellerini hafifçe sıktım.
“Bu iyi bir fikir. Dokunarak konuşmak daha kolay. Neden bana kocamı sordun?” Ondan ne beklediğimi öğrenebilmek için Frank’le yaşadığım cinselliği ve tecrübelerimi anlatmamı istemesinden korkuyordum.
“Şu an onu düşündüğünü biliyorum. İçinde bulunduğumuz şartlar altında düşünmemen imkânsız. Benimle onun hakkında konuşabileceğini bilmeni isterim. Evet, bunu söylemek garip geliyor ama şu anki kocan benim ama bu onu unutman gerektiği anlamına gelmiyor. Bunu deneme bile. İyi bir adam olmasaydı onu sevmezdin.”
“Evet, öyleydi...” Sesim titremişti, Jamie avuçlarında tuttuğu ellerimi başparmaklarıyla okşamaya başlamıştı.
“O zaman onun ruhunu rahat ettirmek adına karısını mutlu etmek için elimden gelen her şeyi yapacağım.” Ellerimi dudaklarına götürüp asil bir tavırla öptü.
Yutkunmaya çalıştım. “Bu çok yürekli bir konuşmaydı, Jamie.” Derin bir nefes aldım. “Benim de sorularım var.”
Gülümsemesini saklamak için başını yere eğdi. “Bende böyle olduğunu düşünüyordum. Koşulları göz önünde bulundurduğumuz zaman bazı şeyleri merak etmen çok doğal. Neyi bilmek istiyorsun?”
Mavi gözlerinde bir anda muzip parıltılar belirdi. “Neden hâlâ bakir olduğumu mu?”
“Eee, işin açıkçası bunun senin problemin olduğunu düşünüyorum,” diye mırıldandım. Bir anda çok sıcak olmuştu, bir elimi ondan kurtarıp mendilimi almak için cebime sokunca orada bir sertlik olduğunu fark ettim.
“Ah, neredeyse unutuyordum! Yüzüğün hâlâ bende.” Cebimden çıkarıp ona verdim. Bu üzerinde kırmızı bir taşı bulunan kalın bir halkaydı. Onu parmağına takmak yerine torbasına koydu.
“Babamın evlilik yüzüğüydü. Onu normal zamanlarda takmıyorum ama bugün elimden geldiği kadar yakışıklı görünerek seni gururlandırmaya çalıştım.” Bu itirafı hafifçe kızarmasına sebep olmuştu, bunu gizlemek için torbasını bağlamakla uğraşıyordu.
“Seninle gurur duydum,” dedim gülümseyerek. O muhteşem kostümünü kırmızı taşlı bir yüzükle süslemek son derece anlamsızdı ama bunun ardındaki düşünce beni çok etkilemişti.
“İlk fırsatta senin parmağına göre küçülttüreceğim,” diye söz verdi.
“Bu çok önemli değil,” dedim rahatsız olmuştum. Kısa bir süre sonra her şey sona erecekti.
“İşin aslında çok önemli bir sorum var,” dedim, konuşmamıza kaldığımız yerden devam edebilmemiz için. “Eğer cevap vermek istemezsen anlarım. Neden benimle evlenmeyi kabul ettin?”
“Ah.” Ellerimi bırakıp hafifçe geri çekildi. Cevap vermeden önce bir süre düşündü, eteğini düzeltmeye başladı. Eteğin kıvrımları arasından sert kaslarını görebiliyordum.
“Seninle konuşmayı çok özledim, bu birinci sebep,” dedi gülerek.
“Hayır, gerçekten öğrenmek istiyorum,” diye inat ettim. “Neden?”
Ciddileşti. “Bunu sana söylemeden önce senden istediğim bir şey var Claire,” dedi yavaşça.
“Nedir o?”
“Dürüstlük.”
Huzursuz olup hafifçe geri çekilmiş olmalıydım ki ellerini dizlerine koyup bana doğru eğildi.
“Bana söylemek istemediğin şeyler olduğunun farkındayım Claire. Belki de bunlar söylemek isteyip de söyleyemediğin şeyler.”
Şu an ne kadar haklı olduğunu bilemezsin diye düşündüm.
“Sana baskı yapmayacağım, hiçbir zaman, sadece seni ilgilendiren şeyleri öğrenmeye çalışmayacağım.” Son derece ciddiydi. Ellerine baktı, ikisini birbirine kenetlemişti.
“Benim de sana söyleyemeyeceğim şeyler var, en azından şimdilik. Senden bana veremeyeceğin hiçbir şeyi de istemeyeceğim. Senden istediğim şu; bana bir şey söylediğin zaman onun gerçek olmasını istiyorum. Ben de sana aynı şeyi yapacağıma söz veriyorum. Şu an aramızda saygı dışında hiçbir ilişki yok. Saygının içerisinde sırlar saklanabilir ama yalanlara yer yoktur. Bunu kabul ediyor musun?” Ellerini bana uzattı, avuçları yukarı dönüktü, bileğindeki yemin izini görebiliyordum. Ellerimi yavaşça onun ellerine bıraktım.
“Evet, ediyorum. Sana karşı dürüst olacağım.” Parmaklarını parmaklarımın üzerine sardı.
“O zaman ben de sana karşı dürüst olacağım.” Derin bir nefes aldı. “seninle neden evlendiğimi sordun.”
“Gittikçe daha çok merak ediyorum.”
Gülümsedi, gözlerine yerleşmiş olan ifade dudaklarına geçmiş gibiydi. “Bu konuda seni suçlayamam. Bunun için birkaç sebebim vardı. Bir ya da iki tanesini sana şu an söyleyemem, bunlar için zamana ihtiyacım var. Ama esas sebep seninkiyle aynı, seni Jack Randall’ın elinden kurtarmak.” Komutan aklıma gelir gelmez ürperdim, Jamie ellerimi daha sıkı tutmaya başladı.
“Güvendesin. Adımı taşıyorsun, ailem, klanım ve gerekirse bedenimin koruması altındasın. Ben yaşadığım sürece bu adamın sana dokunması imkânsız.”
“Teşekkür ederim,” dedim. Onun güçlü, kararlı genç yüzüne, geniş elmacık kemiklerine ve kendinden emin çenesine bakıp Dougal’ın bu mantıksız entrikasını ilk defa akla yakın bir teklif olarak görmeye başladım.
Bedenimin koruması... Bu tanım beni derinden etkilemişti. Onun kararlı geniş omuzlarına ve zarif öfkesine bakınca bunun ay ışığında oynanan bir kelime oyunu ya da gösteri olmadığını daha iyi anladım. Kelimeleri gerçeği yansıtıyordu, genç olmasına rağmen ne dediğinin farkındaydı ve bunları ispatlayan yara izlerine sahipti. Bugüne kadar tedavi ettiğim pek çok pilot ve piyade erinden daha büyük değildi ama sorumluluğun ne anlama geldiğini onlardan daha iyi biliyordu. Bana romantik bir söz vermemişti, dobra dobra benim güvenliğimin onunkinden çok daha önemli olduğunu söylemişti. Ona bunun karşılığında verebilecek bir şeylerimin olmasını umdum.
“Bu tam sana yakışır bir yüreklilik,” dedim içtenlikle. “Ama buna değer miydi, yani benimle evlenmeye?”
“Evet,” dedi başını sallayarak. Yine gülümsedi, bu kez gözlerinde vahşi bir ifade vardı. “Bu adamı çok iyi tanıdığımı biliyorsun. Bırak çaresiz bir kadını ona köpeğimi bile vermem.”
“Ah, çok gururlandım,” dedim yalancı bir öfkeyle. Ayağa kalkıp pencerenin yanında duran masaya doğru ilerledi. Birileri - büyük ihtimalle han sahibesi - viski bardağının içini kır çiçekleriyle doldurmuştu. Bunun arkasında da iki şarap kadehi ve bir şişe şarap duruyordu.
Jamie kadehleri doldurup getirdi, yerine otururken birini bana uzattı.
“Colum’un özel kavları kadar güzel değil ama idare eder.” Kadehini kaldırdı. “Bayan Fraser’a,” dedi yumuşak bir sesle, yeniden paniğe kapıldım. Bunu hemen bastırıp kadehimi kaldırdım.
“Dürüstlüğe,” dedim ve şaraplarımızı yudumladık.
“Pekâlâ, bu sebeplerden bir tanesi,” dedim kadehimi indirerek. “Bana söyleyebileceğin başka sebepler var mı?”
Kadehini incelemeye başladı. “Belki de sadece seninle yatmak istediğim için evlendim.” Birdenbire başını kaldırıp bana baktı. “Bu hiç aklına gelmiş miydi?”
Niyeti beni altüst etmek idiyse başarmıştı ama bunu ona göstermemeye kararlıydım.
“İstiyor musun?” diye sordum.
“Dürüst olmam gerekirse evet, istiyorum.” Mavi gözleri kadehin kenarına dikilmişti.
“Bunu yapman için benimle evlenmen gerekmezdi,” diye itiraz ettim.
Sözlerimden çok rahatsız olmuştu. “Seninle evlenmeden sana sahip olacağımı düşünüyor olamazsın!”
“Bir sürü adam bunu yapardı,” dedim, masumiyeti beni şaşırtmıştı.
Geçici bir süre konuşma yeteneğini yitirmiş gibi öksürdü. Hemen kendini topladı ve vakur bir edayla, “Bunu kendini beğenmişlik olarak görebilirsin ama kendimi hiçbir zaman ‘bir sürü adam’dan biri olarak görmedim, davranışlarımı en küçük ortak bölenlerle aynı kefeye koymaya da hiçbir zaman gerek duymadım.”
Konuşması beni yine etkilemişti, ona bu davranışının son derece cesur ve kibar bir hareket olduğunu anlattım ve onu kıracak, yanlış bir şeyler söyledimse beni affetmesini istedim.
Bu arabulucu konuşmamdan sonra o kadehlerimizi doldururken öylece durduk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yabancı
RomanceSene 1945. Eski bir savaş hemşiresi olan Claire Randall, evine dönmüştür. Tekrar bir araya geldiği eşiyle ikinci bir balayına çıkar. Salisbury Düzlüğü'nde bulunan tarihi taş çemberini ziyaret ederler. Bu taşlardan birine dokunan Claire birden kendin...