Mother Mother - Hayloft //
Paris / 07.01.19
Nefeslerim birbiri ardına dizilerek boğazımda tıkanan bir zincir oluşturuyordu. Hayatın kötü bir şaka yapacağı tutmuş olmalı ki yağmur başlamış ve her dakika giderek daha da şiddetleniyordu. Adrian'ın söylediği gibi tüm sokak boyunca koşmuştum. Ancak bir türlü nehre ulaşamıyordum. Yanlış bir yola sapmış olmanın düşüncesi yüreğimdeki korkuyu beslerken sızlayan bacaklarım durumu daha korkunç bir hale getiriyordu.
Ne kadar süredir koştuğumu bilmiyordum ancak hava aydınlanmış olmalıydı. Gri bulutlarla örtülü gök ve birbiri üzerine binen çatılar kesin bir şey söyleyebilmeyi imkansız kılıyordu. Ciğerlerimin daha fazla dayanamayacağını bildiğimden soluklanmak için sağımdaki binanın duvarına yaslandım. Bacaklarım kendini bırakıp bütün bedenimi duvar boyunca yere sürükledi. Bedenim ıslanmanın ağırlığı ve korkunun yorgunluğu ile titriyordu. Ellerimi saçlarıma geçirip kafamı toplamaya çalıştım. Nereye gittiğimi bilemeden bana asırlar gibi gelen bir süredir koşuyordum. Bedenimi daha terk etmemiş olan hastalık karnımdaki sızılarla geri dönmek üzere olduğunu hissettiriyordu. Kollarımı karnıma dolayıp nefes almaya çalıştım. Başımdan geçen onca şey tekrar tekrar aklımın uç noktalarını dürterek hatırlanmak için uğraşıyordu. Ancak aklımı dağıtacak en ufak şey içinde bulunduğum durumda ölümcüldü. Adrian'ın iyi olup olmadığı düşüncesi ise yeterince içimi sıkıştırıyordu.
Sokak boyu yankılanan bağrışlara kadar orada öylece oturmuştum. Korku bir kez daha şiddetle uyanırken hızla ayağa kalktım. Açlık ve yorgunluktan daha kendini kurtaramamış olan bedenim isyanını dile getirmek için gözlerime kara bir perde indirmişti. Düşmemek için ağırlığımı duvara vererek ayakta kalmaya çalıştım. Sesler koşuş seslerinin eşliğinde yaklaşırken silkelenip koşmaya başladım. Ayakkabısız ayaklarımda şimdi sudan sırılsıklam olmuş çoraplar sessiz hareket etmemi sağlarken bedenimi dalgalar halinde vuran soğuk adına herhangi bir çözüm sunmuyorlardı. Tempomu yeniden kazanırken yağmurda şiddetini arttırıyordu. Seslerle aramda hatırı sayılır bir mesafe var gibi görünüyordu. Ancak binaların arasında kıvrılan dar yollara girmek isteyeceğim kadar yakında hissettiriyorlardı. Birkaç saniyeliğine cazip gelen düşünce koşarken dikkat edemediğim daracı alanları bir anlık gözden geçirmemle son bulmuştu. Yolumu değiştirmek bir yana nereye gittiğimi bile bilmezken karanlık boşluklara dalma düşüncesi arkamdan gelen ve beni yakalarlarsa Tanrı bilir neler yapacak olan gruptan daha ürkütücü geliyordu şimdi bana. Grup geçen her dakika daha kalabalık bir hal alıyormuş gibi hissediyordum. Bir yandan bu düşüncenin zihnimin bir oyunu olması için yalvarırken yakınımdan, çok yakınımdan, kopan gürültü ile buz kesmiştim. Sadece birkaç adım arkamdan biri yere atlamıştı. Çatılardaydılar. Ve biri az önce hemen arkamda bana yetişmişti. İçgüdülerim yapmamamı haykırırken arkamı döndüm. Bacaklarım avcısından kaçan bir hayvanın dürtüleriyle durmayı reddederken arkamdan gelen kişinin yakınlığı neredeyse bunu başarıyordu. Bildiğim bütün dualar ile Tanrıya yalvarırken kendimi sağımda kalan ilk aralığa atmıştım.
Bacaklarım acıyı hissedemez halde, bedenim adrenalin ile kavrulurken nefes almayı bırakmıştım. Takipçim anlık kararıma ayak uyduramamış ve şimdi aramızda yeterli bir mesafe açılmıştı. Sürekli bina aralarına girerek hareket ediyordum. Artık takip edilmediğimi düşünene kadar kaç kere yön değiştirmiştim veya ulaşmaya çalıştığım nehir artık nerede kalıyordu en ufak bir fikrim yoktu. İçimde devasa boyutlara ulaşmış bir panik balonu patlamaya hazır bir şekilde büyümeye devam ediyordu. Korku geldiğim yöne geri döndüğümü, artık yakalanmama ramak kaldığını tekrar tekrar fısıldıyordu. Derin nefesler alarak koşmaya devam ettim. En sonunda binaların arasında kıvrılarak devam eden bir yola çıktığımda kaybedecek bir şeyimin kalmadığı düşüncesi ile harekete geçtim. Sesler bir yaklaşıp bir uzaklaşırken mantığım tüm kontrolü içgüdülerime bırakmıştı. Sokak boyu hızla ilerliyordum. Bina aralarına bırakılan çöp konteynırları mayın tarlasında gibi hissetmeme neden oluyordu. Dikkatle aralarından geçmeye çalışmak ise sadece hızımı kesmeye yarıyordu.
Hızımı geri kazanmak isterken üzerinden geçmeye çalıştığım konteynır devrilerek uzun bir süre kabuslarımı ele geçirecek olan bir şeyi başlatmıştı. Bağrışlar bulunduğum alana yönelirken daha fazla tutamadığım gözyaşlarım da yağmura eşlik ederek yüzümü yıkıyordu artık. Boğazımda düğümlenen çığlıklar yardım için çırpınan kalbime baskı uyguluyordu. Dengesini yitiren bedenim bacaklarıma dolanan şeyle birlikte yere kapaklanırken artık sona ulaştığımı biliyordum. Bedenimi doğrultarak bacaklarımı saran şeye baktım. Siyah poşet yılan misali bileklerime dolanmış sanki tüm evren yakalanmam için mücadele ediyormuşçasına çözmek için mücadele eden parmaklarım arasında kayıyordu. Parmaklarımı kenetleyip çözmek için germek ise daha ince ve kopmaz bir hale gelmesine neden olmuştu. Titreyen parmaklarım ve mücadeleyi bırakmam gerektiğini haykıran zihnim hiç yardımcı olmuyordu.
Sonra hatırladım. İçimde patlayan umut kalbimi onca koşuşun ardından daha da hızlandırırken hırkamın cebine uzandım. Oradaydı. Islak parmaklarımın arasındaki soğuk metal daha şiddetli ağlamama neden olmuştu. Sokak boyu kopan gürültüler ve düşen konteynırların sesi artık çok uzak geliyordu. Bıçağı siyah lastiğe geçirip olanca gücümle kesmeye başladım. Saniyelerin ardından özgür kalan bacaklarıma vakit tanımadan ayağa fırladım. Yolu bilmiyordum ya da peşimdekilerin nerde olduklarını, kaç kişi olduklarını... Ancak içimdeki sesler şimdi başarabileceğimi haykırırken duramazdım.
Karanlık yolda koşmaya devam ederken parmaklarım arasındaki metalin soğukluğu zihnimi toplamama yardım ediyordu. Sokak aşağı kıvrılmaya başladığında daha da hızlandım. Nehre ulaşamasam bile beni yakın bir civara atacağını biliyordum. Arkamdan gelen seslere dikkat kesildim. Aramızda yeterli mesafe vardı ama yavaşlamama yetecek kadar değildi. Bedenimi saran aurayı gizleyecek bir yere ihtiyacım vardı. Hava yeterince aydınlandığında ne yapacağıma karar verebilirdim. Sokak geniş bir caddeye açıldığında düşünmeden yolu takibe koyuldum. Binalar seyrekleşiyor ve terk edilmiş gibi duran yapılara bırakıyordu yerini. Peşimdeki sesler kesilirken caddenin karşısında kalan binaya yöneldim. Bina Victoria tarzı, geniş kolonların üzerinde yükselen taş duvarlarla gri göğün altına gotik bir masal karakteri gibi görünüyordu. Neden ona yönelmiştim bilmiyordum ancak önünden geçtiğim depolar tekrar dönmek istemediğim bir kabusun parçası gibi görünürken onlara sığınmak istediğimden de emin değildim.
Yapıya yaklaştıkça giriş kapısının üzerinde toz tutmuş ve soyulmasına rağmen okunaklı adına baktım. Madam Lacrimosa Yetimhanesi. Eh, hayattaki tek ebeveynimi yitirmiş olan ben için komik bir ironiydi bu. Kapıyı zorladım ancak Fransız tipi ahşap yapı bir milim bile kıpırdamamıştı. Korku yeniden dönerken derin bir nefes aldım. Terk edilmiş bir yapının içine o kadar kolay girilebileceğine inanmak benim hatamdı. Binanın etrafında dolaşırken bir yandan sessizliğe kulak kesilmiştim. Her an birileri karanlık noktalardan yeşil bir hareyle fırlayacakmış gibi hissediyordum. Adımlarım binanın arkasında son bulduğunda yapının kömürlüğüne ilişti gözüm. Umut harekete geçmem için yeniden ayaklandığında hızla atılıp ahşabı çürümüş küçük kulübenin kapısına ulaştım. Daha önce üzerinde asma bir kilit olduğunu gösteren zincirler boşlukta salınırken kapı hiçbir zorluk çıkarmadan açılmıştı. Derin bir nefes alıp rutubet kokusuna adım attım. Sakinlik ve güven hissi bedenimi sarmalarken üzerime binen bütün duygular ile gözyaşlarım bir kez daha akmaya başladı.
Eve gitmek istiyordum. Babamın yanına. Dakikalar önce yokluğunu kabul ettiğim babamın yanına. Adrian beni korumak için çabaladığını söylemişti. Gerçek babam olmadığına artık emindim. Canımı en çok yakan da buydu. Bütün kalbimle sevdiğim adamdı o. Beni nerden bulmuştu, gerçekten bir yetim miydim yoksa öz ebeveynlerim miydi beni ona teslim eden en ufak bir fikrim yoktu. Tükenmek bilmeyen soruların ağırlığı ve Adrian için duyduğum endişe, kendim için duyduğum korku ile bütünleşirken taşıyabileceğimden çok daha ağır bir hale gelmişti. Bu ağırlık göz kapaklarıma da bindiğinde şimdi uyumanın ölüme cilve yapmak olduğunu haykıran zihnime rağmen rahatsız uykuya karşı koymadım. Saatler önce kollarında olduğum sevginin sıcaklığını ararken bulduğum tek şey soğuk toprak olmuştu. Yüzümde kuruyan yaşlar ve karnımda yükselen ağrı uyandığımda beni bekleyen bir çok problemlerin bir ön gösterimi gibiydi. Başımı arkamdaki kapıya, dışarıdan biri açmaya çalışırsa en azından beni uyandıracak olmasına, güvenerek yasladım.
Kapalı göz kapaklarımda yansıyan şimşekler ve benim için benimle birlikte ağladığına inandığım gökyüzünün sesi, hislerimin aksine huzur vericiydi. Şimdi beni sarmalayan soğuğa bırakırken kendimi, aynı zamanda yarına uyanabilmek için tekrar tekrar dua ederken buldum. Halime gülerken yakaladım benliğimi. Hala hayatta kalmak için mücadele eden ruhuma güldüm. Gülüşlerim gözyaşlarına dönüşüp zihnim berraklığını yitirene kadar... Son kez gülüyormuş gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Juliet Ölmeli
FanfictionŞiddetle başlayan hazlar, şiddetle son bulurlar, Ölümleri olur zaferleri, Öpüşürken yok olan ateşle barut gibi. En tatlı bal bile tadıldıkça bıkkınlık verir, Aynı tat isteği, iştahı köreltir. Onun için, ölçülü sev ki uzun sürsün sevgin, Hedefe hızlı...