Indila - Tourner Dans Le Vide
Paris / 18.12.18
"Sen ne dedin?!"
Alya kulakları sağır eden bir bağırış ile bana bakarken yüzümü buruşturup kopardığım başka bir çimene işkence etmeye başladım.
Yorgundum. Tüm gece gözüme uyku girmemişti. Alt katta o varken giremezdi.
"Baban böyle bir şeye nasıl izin vermiş olabilir?"
Bilmediğimi belirtmek için omuz silktim. Ancak biliyordum. Babam yalnız bir adamdı. Ruhu yalnız olan bir adamdı. Tanrıya inanırdı ve benim de inanmam için elinden geleni yapardı. Ancak buna rağmen yalnızdı. Nedenini bilmiyordum. Bu yalnızlığa neyin sebep olduğunu bilmiyordum. Bazen bu yalnızlığını bile kıskandığım oluyordu. Yanında ben varken bile yalnız olması...Yalnızlığının hep aramızda olmasını çok kıskanıyordum. Beni sevdiğini biliyordum. Bana verdiği her şey için minnettardım. Ancak beni kendinden korurcasına uzak tuttuğu zamanlar oluyordu.
Adrian'ı da bu yüzden yanımıza getirmişti, evimize kabul etmişti. Çünkü beni kendi yalnızlığı yüzünden yalnız bıraktığının farkındaydı. Tek bilmediği bunun beni üzmediğiydi. Buna alışmıştım.
Adrian farklı bir zaman dilimi içinde evimize gelmiş olsa belki tepkim daha farklı olabilirdi. Ancak öyle bir günün akşamında ikinci defa gerçekleşen karşılaşmamız ikimizi de dumura uğratmıştı.
"...yani yaşanan onca şey ve ardından bu. Ben anlayamıyorum Marinette."
Başımı iki yana sallarken arkadaşımın ortasından yakaladığım konuşmasını anlamaya çalıştım.
"Ben de öyle. Akşam yemeği fazla..."
Doğru kelimeyi bulamıyordum. Fazla trajik, fazla saçma, fazla harika...
Dua etmek için ellerimiz birleşirken gözlerimi kasten kaçırmış ve hemen karışımda oturan babama bakmıştım. O bizim içinde duayı dile getiriyordu. Ancak o anki halimiz gerçekten komikti. Evet doğru kelime buydu komik.
Adrian babası hapiste olan çocuktu. Annesini küçük yaşta kaybettiği için şu an yalnız olan çocuk. Bense annesini hiç tanımamış olan ancak evinde misafir ettiği çocuğa kötü bir şaka yaparcasına babasından başka kimsesi olmayan kızdım.
Biz karşılıklı bir komediydik. Ancak şakalar sadece can yakıyordu. Yanı başımda çıkarımlarına devam eden arkadaşıma baktım.
"Belki senin ondan hoşlandığını biliyordur. Sonuçta o gün yaşanan şeyden haberi yoktu ve belki de..."
O gün yaşanan şey...
Adrian'ın bana yumruk attığının bile farkında değildim. O kadar şaşkındım ve o kadar canım yanıyordu ki yaşanan şeyin farkına varamamıştım. Ancak ardından beni yakalayışı ve gözlerindeki endişe kıvılcımları...Sanki beni bulmayı beklemiyormuş gibi o çocuktan kopup yanıma çöküşü. Beynim bütün senaryoyu onun lehine sonuçlanacak şekilde yazıyor, onu masum çıkarıyordu. Ancak bunu Alya'ya söylemedim.
"Ya da ne bileyim biliyorsun baban çok inançlı bir adam sadece Tanrı rızası için yapmış olabilir, ya da..."
Bezgin bakışlarımı ona diktiğimde konuşmasını yarıda kesip belirsiz bir ifadeyle karşılık verdi.
Ayağa kalkıp krem rengi pantolonumu silkeledim. Leke olup olmadığını göremediğimden başımla arkadaşıma kontrol etmesini istedim. Olumsuz anlamda başını sallayınca elimi ona uzatıp kalkmasına yardım ettim.
"Hadi gidip dondurma yiyelim."
Alya yerdeki çantasını alırken onaylayan mırıltılar çıkardı.
Beraber Paris'i ikiye yararak akan nehrin kıyısından yürüyerek Aşıklar Köprüsü'ne ulaştık. Andre çoğunlukla burda olurdu. Ancak şansızımıza bugün yoktu. Dondurmayı boş verip kahve içmek için bulduğumuz ilk kafeye oturduk. Alya ne seçmek istediğine karar vermek için mönüyü didik didik ederken ben çoktan koca bir dilim Kırmızı Kadifeyi mideye indirmiştim. En sonunda kararsız arkadaşım ikimiz için de birer latte söyleyebilmişti."Hayır buna inanabiliyor musun?"
Kahkahamı önlemek için dudaklarımı birbirine mühürlemiştim ancak o kadar komik bir ses çıkmıştı ki ikimiz de tekrar kahkalara boğulmuştuk.
"Buna inanamıyorum."
Alya eliyle kendine yelpaze yaparken kıkırtıları arasında cevapladı.
"Ben de öyle."
Başımı iki yana sallarken Nino ve onun ilk buluşma trajedisine gülüyordum. Sevgili arkadaşım ilk buluşmalarında Alya'yı romantik bir kayık gezisine çıkarmak istemiş ancak nehrin ortasında heyecandan kürekleri düşürmüştü, ve Alya'dan dalıp onları çıkarmasını istemişti.
"O gün ondan neden ayrılmadım bilmiyorum."
Garson kahvelerimizi özenle önümüze bırakınca bir kaç dakikalık sessizlik yaşamıştık.
"Gerçekten onu yıllardır tanıyorum ama böyle bir şey yapacağı aklıma gelmezdi."
Alya kahvesinden bir yudum alarak gülümsedi.
"Öyle daha sonra aklına itfaiyeye haber vermek geldi."
Gülerek üstünde özenle çizilmiş gülü bozmak istemediğim için içmediğim kahveme baktım.
"Sende ne şekli vardı?"
Alya anlamaz bir ifadeyle bana bakınca elindeki fincanı işaret ettim.
"Haa."
Omuz silkip yarısı içilmiş bardağına baktı.
"Bilmem dikkat etmedim."
Ben daha önce yaşadığımız bir anının içinde kaybolurken arkadaşım bakışlarını nehre çevirdi.
"Tüh, belki bu seferki de numarasını yazmıştır."
Alya derin ve yüksek bir kahkaha atarken çevredeki bir kaç göz bize dönmüştü.
"Ya hala unutamıyorum o olayı."
Ben de kahkalarımı serbest bırakırken yan masadaki yirmili yaşlarında görünen kadın ikimize de sert bir bakış attı. Arkadaşım kendini dizginlemek için hiçbir girişimde bulunmazken ben bir özür mırıldanıp kahkalarımı kıkırtılarla değiştirdim.
Alya en sonunda durabildiğinde yaşaran gözlerini silip kahvesini bitirdi. Unuttuğum kahveme bir bakış atıp büyük bir yudum aldım. Ilımış karamelli tat boğamızdan kayarken bizim gibi kafenin önünde oturan insanları inceledim.
Köşede tek başına oturmuş önündeki deftere hızlı hızlı bir şeyler yazan orta yaşlı adam, hemen yan masada oturan yirmili yaşlarındaki sarışın kadın, el ele birbirlerine bakmaktan usanmayan bir çift...Kafenin içi gibi dışarısı da epey doluydu.
Alya telefonuyla uğraşırken ben de gördüğüm herkes hakkında saçma hikayeler yazıyordum. Mesela yaşlı adam aslında bir cinayet yazarıydı ve yeni hikayesi için çabalıyordu. Yan masadaki kadın kocasından yeni ayrılmıştı ve mükemmeliyetçiliği yüzünden kovduğu hizmetçisi yerine bir yenisini bulmaya çalışıyordu. Genç çift ise yeni evliydi, aşklarının baharını yaşıyorlardı. Tek sıkıntı kadın adamı aldatıyordu. Kendi düşünceme kıkırdarken Alya bana kısa bir bakış atıp mesajlaşmasına geri döndü.
"O kadar önemli olan ne?"
Arkadaşım başını telefonundan kaldırmadan yanıtladı.
"Nino."
Kısa ve net cevabına karşılık göz devirdim.
"Aman ne önemli bir mesele."
Alya alaycı bir biçimde gülümserken bakışlarımı nehre çevirdim. Güneş sudan yansıyıp gözlerimi yakarken yüzüme yayılan gülümseme ile iç çektim. Etrafta, Aralık ayı olmasına rağmen, hoş bir bahar kokusu vardı.
Yüzüme çarpan hafif esinti kendimi daha iyi hissetmemi sağlarken gülümsememin mümkünmüş gibi daha da büyümesene izin verdim.
"Sen neye gülüyorsun öyle?"
Başımı iki yana sallayıp gülümsememi bozmadan arkadaşıma baktım.
"Hava çok güzel."
Alya başını gökyüzüne çevirip kaşlarını çattı.
"Haklısın. Aslında gerçekten güzel bir hava."
Başımı olumlu anlamda salladım.
"Paris'ten beklenmeyecek kadar hem de."
Arkadaşım sonunda telefonundan kopup ilgisini bana vermişti.
"Artık kalkalım mı?"
Anlamaz bakışlarımı ona çevirdim.
" Acelen mi var?"
Alya başını olumsuz anlamda salladı.
"Hayır ama oturmaktan sıkıldım. Biraz yürüsek?"
Onu onaylayıp ceketimi giydim çantamı alarak hesabı ödemek için kalktım. Ben hesabı öderken Alya lavaboya gitmişti. Arkadaşımın değişen ruh halini fark etmiştim. Ancak nedenini anlayamıyordum.
"32£, madam."
Cüzdanımı çantamdan çıkarmak için iki dakikalık bir çaba gösterip parayı ödedim. Alya gelene kadar içeri sıralanmış raflardaki kitapları inceledim. Klasik eserler eski kapakları ve cezbedici kokularıyla sıralı bir şekilde insanı kendilerine çekiyorlardı.
"Gidebiliriz."
Başımı çevirip saçlarını toplayan arkadaşıma baktım. Çıkışa yöneldiğinde onu takip ederek kafeden ayrıldım. Nehrin kenarından yürüyüşümüze başladığımızda arkadaşımın koluna girdim.
"Demek uzun bir süre Adrian'la aynı evi paylaşacaksınız."
Bakışlarımı parlayan nehirden çekip Alya'ya baktım.
"Evet. Öyle görünüyor."
Arkadaşımın yüzü daha da asıldı.
"Sorun ne Alya?"
Alya gözlüklerini tek eliyle düzeltip gözünün önüne gelen bir perçemi kulağının arkasına sıkıştırdı.
"Onun yanındayken nasıl güvende olduğunu düşünürsün?"
Yürümeyi bırakıp yanımızdaki banka oturdum.
"Öyle olduğumu düşünmüyorum."
Alya yanıma yerleşirken bakışları nehirdeydi.
"Ancak yalnız değiliz ve o kötü biri değil Alya."
Arkadaşım ikna olmamış bir ifadeyle bana baktı.
"Bunun doğru olmadığını biliyorsun çünkü o..."
"O ne?"
Alya dudaklarını dişlerken bedenini bana döndürüp etrafta birilerinin olup olmadığına baktı.
"O bir kara kedi."
Fısıltıyla söylediği cümle boğazımı düğümlerken başımı iki yana salladım.
"Bu çok saçma. O zaman neden saçma bir şekilde parlamıyor. Onlardan birini gördüm Alya. Adrian bir kara kedi olamaz."
Alya hızla çantasından telefonunu çıkardı.
"Anlamıyorsun kızım, okuduğuma göre kendilerini gizleyebiliyorlarmış. Parlamaları sadece saldırdıkları zamanlarda kontrolsüz oluyormuş ve..."
Hızlı hızlı telefonundaki makaleleri gösterirken aynı hızla konuşuyordu. Ancak bu duruma inanmak istemiyordum. İnanamazdım. Onlardan biriyle burun buruna gelmiştim. Yaydığı tek şey parlak yeşil bir aura değildi. O kötücül enerji... İnsanın içine işleyen ve ruhunu ele geçiren enerji...
Ümitsizliğe kapıldığımı hissetmiştim. Her şeyin bittiğini, ruhumu ona vermem gerektiğini hissetmiştim. Ve o an bana ulaşmış olsaydı ona karşı koyamazdım. Adrian kesinlikle onlardan biri değildi. Bunu sadece ondan hoşlandığım için düşünmüyordum. Çünkü öyleydi.
Arkadaşıma dönüp anlattığı şeyleri dinlemek için zorladım kendimi.
"...kontrolsüz öfke. Düşün Marinette, o gün Luka'ya neden saldırdığını kimse bilmiyor, Luka bile."
Başımı iki yana sallayıp duyduklarımı sindirmeye çalıştım.
"Her ergen erkeğin yapacağı bir şey bu. Ayrıca babası ile ilgili yaşananlar çok fazla. O yalnız Alya."
Arkadaşım yüzüne çöken kasvetle hemen karşımızda dikilen Tanrı'nın evine baktı.
"Emin değilim Marinette senin için endişeleniyorum. Yaşadığın o korkunç olay ve ardından o gün..."
Sesi titrediği için susarken başını geri atıp göz yaşlarını savuşturdu. Uzanıp onu kollarıma alırken başını omzuma gömüp hıçkırıklarını serbest bıraktı.
"Seni koruyamadım, sen benim tek arkadaşımsın sana bir şey olmasına izin veremem ben..."
Göz yaşlarım göz pınarlarımda birikip hücuma hazır askerler gibi kapalı göz kapaklarımı zorluyordu.
"Sorun değil."
Arkadaşım başını geri çekip kızarmış gözleriyle bana baktı.
"Sana bir şey olmasına izin veremem."
Tepkisi beni korkuturken aynı zamanda onu sarıp sonsuz dek odamda saklamak istememe sebep oluyordu.
"Bana hiçbir şey olduğu yok. İyi olucam Alya."
Alya gözlerini silerken başını salladı.
"Eğer o..."
Bir an bana bakıp söyleyeceği tüm 'güzel' sözcükleri yuttu.
"Sana zarar verecek olursa onu kendi ellerimle öldürürüm. Ayrıca onun bir kara kedi olduğu fikrim değişmiş değil. Bu yüzden bana yardım etmek zorundasın."
Anlamaz bir ifadeyle ona bakınca devam etti.
"Onun kara kedi olduğunu kanıtlamama yardım etmelisin. "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Juliet Ölmeli
FanfictionŞiddetle başlayan hazlar, şiddetle son bulurlar, Ölümleri olur zaferleri, Öpüşürken yok olan ateşle barut gibi. En tatlı bal bile tadıldıkça bıkkınlık verir, Aynı tat isteği, iştahı köreltir. Onun için, ölçülü sev ki uzun sürsün sevgin, Hedefe hızlı...