The Cinematic Orchestra - To Build A Home
Paris / 12.05.13
"...Sevginin ne olduğunu Mesih'in bizim için canını vermesinden anlıyoruz. Bizim de kardeşlerimiz için canımızı vermemiz gerekir."
Küçük kız oturduğu sert sırada kaykılıp sıkıntıyla etrafına baktı. Kilise büyük bir huşu içerisinde kürsüsünden vaaz veren papazın sesiyle yankılanıyordu. Papaz omuzlarından dökülen cübbesinin altında genç bir adamdı ve bu Marinette'i şaşkına çeviriyordu. Onun için bütün papazlar yaşlı olmalıydı. Bu kadar genç biri Tanrı'nın ne istediğini nasıl bilebilirdi?
Küçük kız sıkıntıyla bir nefes verip geriye yaslandı. Onun yaşındaki bir çocuk için saatlerce anlamadığı konuşmaların yapıldığı bir yerde, canını acıtan bir taburede oturma süresi bu kadardı işte. Marinette belini aşan siyah saçlarını içinde topladığı tül eşarbı çekiştirdi. Babası bu hareketini fark edince uyarır bir ifadeyle kızına baktı. Marinette küçük bir kızın şımarıklığı ile ellerini siyah elbisesinin eteklerine dolayıp derin bir nefes aldı. Bir insanın bu kadar uzun bir süre yorulmadan konuşması normal miydi?
Papaz bir başka ayete geçerken tuttuğu nefesini bırakıp babasına bir bakış attı. Babası huşu içinde gözlerini kapatmış hareket eden dudakları ile bir duayı mırıldanıyordu. Papazın sesi daha duygulu bir hal alırken ön sıralardan yükselen hıçkırık sesleri Marinette için son nokta olmuştu. Babasının koluna dokunup ilgisini çekmek için fısıldadı.
"Baba..."
Orta yaşlarının sonlarında olmasına rağmen genç yüzünde tek bir kırışıklık olmayan adam bütün ilgisini kızına yöneltti. Marinette her zamanki mazeretini kullanmaya karar verdi.
"Tuvalete gitmeliyim."
Genç adam arkalarında kalan kilisenin kapısına bir bakış atıp kızını başıyla onayladı.
Marinette hızla oturduğu yerden kalkıp özürler mırıldanarak uzun sıradan çıkmayı başardı. Kilisenin kapısı ağırdı ama küçük kız için alışkanlık haline gelmiş olan bu durum ona zorluk çıkarmıyordu artık. Hızla kiliseye çıkan merdivenleri inip arka tarafta kalan kafeteryaya yöneldi. Kafeterya tatil günü olduğu için kapalıydı ancak bir çeyrekliğin halledemeyeceği bir şey değildi. Marinette her zamanki gibi kafeteryanın arkasına dolanıp bozukluk ile açılan otomatik kapının önünde durdu.
Siyah elbisesinin altına giydiği şortunun cebinden bir çeyreklik çıkardı. Kapının kilit yerine yerleştirilmiş olan deliğe bozukluğu atıp hemen üstündeki küçük kolu çevirdi. Kapı tık sesi eşliğinde aralanırken içeri girdi.
Saçlarından yarı yarıya kaymış olan tül eşarpı çıkartıp terlemiş olan saç diplerini ovuşturdu. Lavabo aynasından yansıyan görüntüsü kırmızı bir yüzle kendisine bakıyordu. Marinette aynanın üstündeki dijital saatte baktı. Saat neredeyse üç olmuştu. Saat yerini sıcaklığa bırakınca havanın 28 derece olduğunu görmüştü. Elindeki eşarbı arkasındaki duvara yerleştirilmiş askılığa asıp elbisesini başının üstünden geçirerek çıkardı. Dağılan saçlarının arasından tokasını bulup çekerek onu da çıkardı.
Tokanın üstünde kalan saçlarına üzgün bir bakış atıp tokayı kot şortunun cebine sıkıştırdı. Uzun saçlarını bir süre havalandırıp düzgün bir topuz haline getirdi. Uğur böcekli tokası siyah saçlarındaki yerini bulunca mutlu bir ifadeyle kendini süzüp mesanesine baskı yapan güçten kurtulmak için küçük alandaki tek kabine girdi.
Kapalı alanda olmak onu ne kadar gerse de bunu umursamamak için minik örümcek şarkısını söylemeye başladı. Her ne kadar büyük bir kız olmuş olsa da bu şarkıyı seviyordu. Küçük örümceğin su oluğuna tırmanmak için verdiği çaba takdir edilesiydi doğrusu.
İşini bitirip soğuk suyla yüzünü yıkadı. Ellerini kurulamak için peçete yoktu. Askıda duran elbisesinin eteğine yüzünü silip aynada son bir kez kendine baktı.
Mavi atletini şortunun üstüne çekip eşarbını bandana gibi başına bağladı. Elbisesini eline aldığında tamamlanmıştı. Aynada son bir kez kendine bakıp yüzüne yerleşen gülümsemesiyle fazla sıcak olmaya başlayan lavabodan çıktı.
Hava ikindi serinliğine kavuşmuştu. Marinette nemlenen vücudunu esintiye karşı dönüp bir süre bekledi. Kendini daha iyi hissediyordu. Kiliseden kaçmış olmak içinde ufak bir suçluluk oluşmasına neden olmuş olsa da bunu umursamayıp kafeteryanın dar lavabolarından uzaklaştı. Kilise işlek bir caddenin üstünde olmasına karşın yol bomboştu.
Marinette yolun karşısında geniş yapraklı ağaçların altına dizilmiş banklara yöneldi. Kaldırım taşlarının çizgilerine basmamak için ilgisini ayaklarına yöneltti. Babası gelene kadar bankta oturabilirdi. En azından sıkıcı bir konuşma dinlemek ve sıcaktan bayılmasına neden olan bir eşarp takmak zorunda değildi. Elbisesinin kollarını beline bağlayıp kilisenin karşısında kalan banka oturdu.
Park yasağı tabelası hemen önündeki kaldırımda dimdik durduğu için araçsız yolda kiliseyi net bir şekilde görebiliyordu.
Marinette oturduğu yerde bağdaş kurup başını geriye yasladı. Ağaçların yaprakları arasında batışa geçen ikindi güneşinin ışıkları yüzünde hoş bir his bırakıyordu. Gözlerini kapatıp ışıkların göz kapaklarındaki valsini izledi.
Orta okula geçmenin getirdiği büyümüşlük hissi bedeninde gerçekleşen değişimlerle de kendini gösteriyordu. Tabi 11 yaşına girmek beraberinde farklı durumları da sürükleyerek getirmişti. Marinette oturduğu yerde doğruldu. Yolun karşısındaki temizlik görevlisine baktı. Adam dalgın bir ifadeyle elindeki süpürgeyi ileri geri savuruyordu. Marinette adamın çevresinde dönen aurayı süzdü. Esmer teninde ışıl ışıl yanan sarı aurasının farkında değilmişçesine işini yapıyordu. Marinette bu durumu adlandıramıyordu ancak içinden bir ses bunu kimseyle paylaşmaması gerektiğini büyük bir kararlılıkla bağırıyordu. Marinette'in bakışları eline kaydı. Beyaz teninin üstünde parlayan kırmızı aurayı izledi. İlk başlarda bu ışımayı nasıl adlandırması gerektiğini bilmiyordu. Ancak insanların çevresinde dönen bu renkleri görmeye başlaması ile eş zamanlı olarak başlayan cinayetler ona bir fikir vermişti.
Kara Kediler... Marinette sıcak havaya rağmen büyük bir sarsıntıyla titredi. Temizlik görevlisi onu fark edince gülümseyerek el sallamıştı. Marinette ona karşılık verirken yüzündeki gülümsemeyi gözlerine yansıtamamıştı.
Buna farkındalık diyordu küçük kız. Önce kendi aurasını fark etmesiyle başlamıştı her şey. Ardından çevresindeki insanların auralarını görmeye başlamıştı. Babasının yeşil aurasını düşündü. Haberlerde Kara Kedileri çevrelediği söylenen o yeşil aurayı... Ancak babasının kötü biri olmadığını biliyordu. Sıradan bir kuryeydi küçük kızın babası. Onun cinayet işleyebileceğine asla inanmıyordu. Babası Tanrıya inanırdı. Ve Tanrı her şeyden önce sevmeyi emretmemiş miydi?
Hemen önünden koşarak geçen kadına baktı. Yanındaki köpeği ile koşuya çıkmış gibi görünüyordu. Tıpkı bu kadın gibi bazı insanların belli bir aurası yoktu. Marinette şu ana kadar 6 farklı renk saymıştı. Bazı insanlar birden fazla renkle çevriliyken bazı insanların aurası yoktu.
Aurası olmayan insanlar çevrelerine hastalıklı bir his yayıyorlardı. Marinette babasıyla tanıklık ettiği olayı düşündü. Bir gasp olayıydı. Genç adam elindeki silahla yaşlı bir kadını alıkoymuştu. Bir aurası yoktu. Ancak Marinette ondan yayılan kötücül hissin kokusunu alabiliyordu. Çürümüş yaprak gibi...
Küçük kızın bakışları bir kez daha kendi vücudunu çevreleyen aurasını buldu. Eğer isterse aurasını başkalarının görmesini sağlayabileceğini bildiği gibi bunu asla yapmaması gerektiğini de biliyordu. Babası birçok kez kendisine bunun imasında bulunmuştu. Küçük kızın anlamadığını düşünüyordu ancak Marinette daha önce hiç kendisi gibi kırmızı auraya sahip biriyle karşılaşmamıştı.
Kilisenin dağılan kalabalığı ile ilgisi bir renk cümbüşü halinde evlerine dönmek için acele eden insanları buldu. Ayağa kalkıp çoğunlukla sarı renkte etraflarını aydınlatan insanlara yöneldi. Renklerin ne anlama geldiğini veya buna neyin sebep olduğunu bilmiyordu. Bildiği tek şey, yeşil renkten uzak durması ve eğer bir renk göremiyorsa arkasına bakmadan kaçması gerektiğiydi.
Çevresinde dağılan insanları boş verip kilisenin kapısına yöneldi. Son basamakta dikilerek babasına ve karşısındaki Tanrının sözcüsüne baktı. Babasının sırtı kendisine dönüktü ancak Papaz kendisini fark etmiş ve gülümseyerek başıyla selam vermişti. Babasının ilgisi kızına dönünce Marinette yüzünde beliren gülümsemeye izin verdi. Babası sözlerini tamamlayıp yanına gelirken Marinette bütün ilgisini genç papazın üstünde tutmuştu. Beyaz cübbesi üzerinde o kadar sahte duruyordu ki küçük kız adamın bir sahne sanatçısı olduğunu düşünmekten kendini alamıyordu.
Babasının eli omzunu bulduğunda sakin kalmaya çalışarak onu takip etti. Basamakları birer birer inmek midesindeki ağrı yüzünden bir şurubun içinde yürümek gibiydi. Sırtında hissettiği bakışlar durumu daha kötü kılarken babasının çoktan caddeye ulaştığını gördü.
Son bir kez dönüp günün kaybolan ışıkları altındaki kudretli yapıya ve hemen önündeki sahibine baktı. Papazın yaydığı yeşil aura kaybolan ışığın altında çok daha belirgin bir hale gelmişti.
Marinette içine çoktan ekilmiş olan korku tohumlarının yeşermesine izin vermeden kendisini bekleyen babasına yöneldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Juliet Ölmeli
FanfictionŞiddetle başlayan hazlar, şiddetle son bulurlar, Ölümleri olur zaferleri, Öpüşürken yok olan ateşle barut gibi. En tatlı bal bile tadıldıkça bıkkınlık verir, Aynı tat isteği, iştahı köreltir. Onun için, ölçülü sev ki uzun sürsün sevgin, Hedefe hızlı...