13. BÖLÜM

124 13 3
                                    

         Lindsey Stirling - Carol Of The Bells

Paris / 25.12.18

Babamın uzattığı bir başka cam topu da ağacın dalına takarken gülümsedim.
"Harika görünüyor."
Adrian ellerini koltuğun baş kısmına yaslamış bir şekilde ağaca bakıyordu. Üzerinde durduğum tabureden düşmemek için yavaş hareketlerle ona döndüm.
"Biliyorum. Çünkü ben süsledim."
Karşımda dikilen iki erkeğin kahkahaları karışırken tabureden atlayıp eserime bir bakış attım. Ellerimi belime koyarak saçlarımı savurdum.
"Mükemmelim."
Babam saçlarımı karıştırmak için uzandığında ondan kaçmak için geri çekildim. Ancak ayağım arkamdaki sehpaya takılınca sertçe sehpanın üzerine oturmuştum. Acıyla yüzümü buruştururken ikilinin yükselen kahkahalarına karşılık dil çıkardım.
"Keyfiniz yerinde bakıyorum."
Bakışlarımız kalçasını tezgaha yaslamış ve yüzünden hiç eksik olmayan gülümsemesiyle bizi izleyen Gilbert'ı buldu.
"Bak, nasıl olmuş?"
Elimle gösterdiğim ağaca memnuniyet dolu bir bakış atıp bana göz kırptı.
"Senden beklendiği kadar mükemmel tatlım."
Gülümsemesine karşılık verip koltuğa oturdum. Gilbert o akşamdan beri bizde kalıyordu.
Hiçbir şey yokmuş gibi davranmak zordu. Özellikle babamın Adrian'ın odası hakkında yalan söylediğini fark ettiğimi gizlemek. Odada herhangi bir sıkıntı yoktu, sadece yeni sahibi için boşaltılmıştı.
Bakışlarım istemsizce babama dönerken yüzümdeki gülümsemeyi bozmamak için uğraştım. Karşımdaki üç erkekte hayatımı alaşağı eden gerçeklerin birer portresi iken ben sadece onlara gülümsemek ve yalanlarına ayak uydurmakla yükümlü tutuyordum kendimi.
Bakışlarım hala isimlendiremediğim ışıltılarla bezeli kahverengi gözleri bulduğunda yalancı gülümsemem çenemi ağrıtmaya başlamıştı.
"Bu akşamla ilgili planımız ne?"
Ortaya attığım soru ile üçünün ilgisi de üzerimde toplanmıştı. Bakışları arasında nefes almaya çalışırken telefonumla ilgileniyormuş gibi yaptım.
"Aslında yemekle ilgili çok leziz bir planım var."
Babam dalgın bir ifadeyle çenesini sıvazlarken yanıtlamıştı. Adrian başını sallayarak cebinden telefonunu çıkardı.
"Bu gece meydandaki Noel ağacının açılışını yapacaklar."
Her sene Paris'in farklı bölgelerine kurulan devasa Noel ağacından bahsediyordu. Bu sene evimizin hemen arkasında kalan Zaferler Meydanına kurulma kararı alınmıştı. Başımı sallayarak babama döndüm.
"Gidebilir miyiz?"
Telefonuma gelen bildirim sesiyle cevabını beklemeden ayağa kalktım.
"Alya bekliyor, gitmeliyim."
Gilbert'ın yanından geçerken gerilen sinirlerime hakim olmaya çalışarak gülümsedim.
Paltomu üzerime geçirirken sırtımdaki bakışları sıkı bir tutuş gibi hissediliyordu. Acele etmek için eldivenlerimi cebime tıkıştırıp beremi elime aldım.
"Akşam görüşürüz."
Karşılık veren mırıltıları bana ulaşamadan kapıyı kapatıp derin bir nefes aldım. Güvenlik hissi bedenimi sarmalarken beremi takıp boynumdan sarkan atkımı yere değmekten kurtararak iki tur doladım.
Merdivenleri inerken eldivenlerimi de giyip dışarı çıkmaya hazır hissedene kadar kapının önünde bir kaç saniye dikildim. Bir haftalık Noel tatilini nasıl geçireceğimi bilmiyordum. Babamın gergin aurası evi boğucu bir hale getiriyor ve istenmeyen misafirimiz durumu pek olumlu etkilemiyordu.
Soğuk rüzgar yüzümü yakarken caddenin karşısında beni bekleyen arkadaşıma el salladım. Alya kızıl saçlarını gizleyen beyaz beresini düzeltirken selamıma karşılık vermişti.
"Nasıl gidiyor?"
Yüzüme düşen tutamları elimle savurup omuz silktim.
"Korkunç."
Alya başını sallayıp bakışlarını arkamda kalan dairemize çevirdi.
"Her şey nasıl bir anda böyle altüst oldu bilmiyorum."
Kolunu omzuma atıp bakışlarını kaldırıma dikmişti.
"Her neyse, bu akşam ağacı görmeye gidiyor muyuz?"
Başımı heyecanla sallayıp çizgilerine basmamak için bir taşın üzerinden atladım.
"Babam izin verdi, yani sanırım."
Cevabını beklemiş olmayı diledim. Ancak itiraz edeceği yoktu ya. Arkadaşım omzumdaki elini indirip kolumu çekiştirdi. Dikkatimi taşlardan çevirip ona baktım. Ancak Alya kocaman gülümsemesiyle ayaklarımı gösterdi. Hüsranla üstüne bastığım çizgiye baktım.
"Çok kötüsün."
Alya kahkaha atarak kaçarken peşinden koşarak ona yetiştim. Şişme montunu çekiştirerek durmasını sağladım. Yayalara kırmızı yanan yola atılmak için kalkmış ayağı dengesini bozarak geriye doğru düşmesine neden olmuştu. Beni de peşinden sürükleyerek yeri boylamıştı. Gülerek karnından kalktım. Alya yere düşmüş olan beresini alırken kahkahalarını dizginlemek için işaret parmağını ıssırıyordu.
"Hayatını kurtardım."
Alya başını sallarken dizleri üzerinde önüme geldi. Ellerini birleştererek komik bir sesle konuşmaya başladı.
"Kudretli efendimiz, hayatımı kurtarmanızın karşılığını nasıl verebilirim. Ah, lütfen benden bir şey isteyin bu yükle yaşayamam."
Kahkahalarla yoldan geçen ve bize tuhaf bakışlar atan insanları umursamadan yere çöktüm.
"Tanrım, kes şunu. Karnım ağrıdı."
Gülmekten kesik kesik çıkan sesimle kurduğum cümle bir süre ikimiz arasında asılı kalırken tekrar gülmeye başlamıştık. Alya yaşaran gözlerini silerken ayağa kalkıp bana elini uzattı.
"Yeterince rezil olduk, kalk hadi."
Ayağa kalkabilmek için kısa bir uğraş verip birden kalkmanın verdiği baş dönmesinin geçmesini bekledim.
Alya koluma girerek beni büyük bir markete yönlendirmişti. Sensörlü kapı önünde dikilmemizle açılıp marketin sıcak havasını yüzümüze savurmuşken kıkırtılar eşliğinde serin rüzgarı ardımızda bıraktık. Alya market arabalarından birini alırken gülümsereyek parmak uçlarımda yükseldim. Arkadaşım yüz ifademi görerek arabayı gösterdi.
"Sıra sende."
Sevinçle el çırpıp arabaya binmeme yardım eden arkadaşımın yanağını sıktım. Elimle marketine içini işaret ederek bağırdım.
"Yıldızlara ve ötesine."
Alya kahkalarla arabayı sürerken ona eşlik ettim.
"Ne alıcaz?"
Alya omuz silkerek önünde durduğu çikolata rafından bir kavanoz sürme çikolatayı alıp kucağıma bıraktı.
"Akşam için Çikolata Bombaları yapıcam."
Sevinçle oturduğum yerde zıpladım.
Alya başını iki yana sallarken gülüyordu. Önünden geçtigimiz raflarda elime gelen çikolataları da arabaya alırken sesini çıkarmamıştı.
Pasta malzemeleri için ayrılmış reyona girerek Çikolata Bombaları için gerekli malzemeleri bir bir arabaya doldurdu. Malzeme listesinde eksik var mı diye elime tutuşturduğu kağıdı kontrol ederek onu yönlendiriyordum. 5 kiloluk bir un torbasını kucağıma bıraktığında itiraz eden homurtularla torbayı yanıma sıkıştırdım.
"Tamam. Sanırım hepsi bu kadar."
Arkadaşımın bakışları beni bulunca elimdeki listeyi taradım.
"Son olarak un aldık."
Listeye kısa bir göz atıp ekledim.
"Vanilya almadık."
Alya başını sallayıp alt raflarda vanilya aramaya başlamıştı. Aklıma takılan bir Noel şarkısını mırıldanarak oturduğum yerde rahat bir pozisyon almaya çalıştım. Ancak pasta malzemeleri ile dolu olan arabanın dar alanı buna olanak vermiyordu. Huysuzca kollarımı çaprazladım.
"Bu trafik kuralı ihlaline girmez mi?"
Şarkımın bölünmesi beni rahatsız etse de Luka'nın sıcak gülümsemesini görmek keyfimi yerine getirmişti.
"Ah, memur bey lütfen bana acıyın. Bu cezayı nasıl öderim."
Alya drama kraliçesi tavırlarıma gülerken Luka oldukça gerçekçi bir kızgınlıkla ellerini beline koymuştu.
"Üzgünüm hanımefendi ama bir araçta bu kadar fazla yük olması trafik kurallarını 2. dereceden ihlale girer."
Ürün raflarında bedeva dağıtılan not kağıdı ve kalemle bir şeyler karalamaya başlamıştı.
Alya bulduğu vanilyayı da arabaya atarken kağıdı bana uzatıp göz kırptı.
"Cezanız 3 sıkı sarılma, mı?"
Alya kahkahalarıma eşlik ederken kasaya doğru arabayı sürmeye başladı.
"Hey, Alya. Bana biraz sarılma borç verir misin? Sanırım başım belada."
Alya kıkırtılarını engelleyip şapşal bir ifadeyle gözlerini kırpıştırdı.
"Marinette bana bir daha başını derde sokmayacağına dair söz vermiştin."
Başımı ellerimin arasına alıp ağlamaklı bir sesle konuştum.
"Tanrım ben çok kötü bir insanım."
Sesim istediğimden yüksek çıkmıştı ve arkadaşlarımın kahkahaları kısa bir süre kesildiği için bütün gözler üzerime dönmüştü. Bakliyat raflarını düzenleyen görevli onaylamaz bir biçimde başını sallayarak bize bakıyordu. Bakışlarımı kaçırıp gülmemek için kendilerini tutan arkadaşlarıma döndüm.
Alya görevliden uzaklaşmak için yön değiştirip soğutuculara doğru sürmeye başladı.
"İkinizden de nefret ediyorum."
Arkamdaki iki hain gülmeye devam ederken burnumu kırıştırıp yüzüme düşen saçlarımı geriye attım.
"Aman ne komik."
Alya arkadan saçımı çekiştirip gülümsediğini ele veren sesiyle konuştu.
"Tamam, üzgünüm. Sana meyveli yoğurt alırsam barışır mıyız?"
Heyecanla ellerimi çırpıp başımı salladım. Arkadaşım kesinlikle bana rüşvet verme konusunda en iyi kişiydi. Soğutuculara sırayla dizilmiş ürünlere yaklaşıp orman meyveli yoğurt paketlerini eline aldı.
"Çikolata Bombası yapmama yardım eder misin?"
Paketi sepete koyarken sorduğu sorusuna omuz silktim.
"Bu malzemeleri eve götürmek için yardıma ihtiyacın var."
Suç ortağı bir ifadeyle birbirimize bakıp gülümsedik. Alya bir paket daha yoğurdu önüme bıraktı.
Luka sıkılmış gibi bir homurtu çıkarıp soğutucuya dizilmiş taze sütlerden bir paket aldı.
"Sen de gelmek ister misin?"
Luka Alya'nın sorusuna karşılık üzgün bir bakış atıp elindeki sütü bana uzattı.
Soğuk süt marketin sıcağı ile nemlenmiş bedenimi üşütürken sesimi çıkarmadım.
"Akşam bizimkilerle olucam. Ama ağacın açılışında görüşebiliriz."
Alya omuz silkip bana kısa bir bakış atmıştı. Luka'yı her ne kadar bir kaç haftadır tanıyor olsam da Juleka'yı anaokulundan beri tanıyordum.
İki kardeş sorumsuz bir babanın çocuklarıydı. Bildiğim üzere babaları senede sadece bir kez Noel akşamı onları görmek için gelirdi. İki arkadaşım da babalarından bahsetmeyi sevmezlerken kabuslarım haline gelen o gecenin sabahında Luka hepimizi şaşırtan bir biçimde bize babasından bahsetmişti. Aklıma o günün gelmesiyle otomatik olarak asılan yüzüme engel olamamıştım. 
Alya bendeki değişimi fark etmiş ancak sesini çıkarmamıştı. Luka kontrolünü eline aldığı arabayı unlu malüller reyonuna çevirdiğinde itiraz etmemiştim. Luka bir paket Noel için süslenmiş kurabiyelerden alıp onuda kucağıma bırakmıştı.
Sıcak kurabiyelerin kokusuyla mest olurken başımı geri atıp dalgın bakışlı arkadaşıma baktım. Ona baktığımı anlaması epey vaktini almıştı. Başını eğip benimle göz göze gelince gülerek ona öpücük attım.
Burnunun üstündeki altın sarısı lekeler daha de belirginleşirken gülerek bakışlarını kaçırmıştı. Kasaya ulaştığımızda beni kollarımın altından kavrayarak sepetten indirdi.
Alya sırayla ürünleri, barkodlarını okutan görevlinin önüne dizerken paketlemek için kasanın diğer tarafına geçmiştim.
Luka kendi malzemelerini diğer kasaya aktarmıştı. İkisi içinde poşetleme görevini halledip parayı ödemelerini bekledim.
Sonunda marketten çıkabildiğimizde Luka ağır paketleri bisikletine yerleştirmiş ve bizi Alya'nın evine bırakmak için yolunu değiştirmişti.
"Buna gerek yoktu, yolun uzayacak."
Luka bakışlarını kırmızı yanan ışıktan alıp Alya'ya çevirdi.
"Sorun değil. Eve gitmek için can atmıyorum."
Alya üstelemeyip elindeki poşetleri dengeli hale gelsinler diye elinden eline aktardı.
"Bu sene hangi yıldızı kullanırlar sizce?"
Her yıl ağaç için takım yıldızlarının veya büyük yıldızların sembolik maketleri kullanılıyordu. Geçen yıl için Güneşi kullanmışlardı ve dürüst olmak gerekirse bu gerçekten komikti. Alya kıkırdayarak omuz silkti.
"Hiçbirinin geçen senenin yerini tutmayacağı kesin."
Luka dalgın adımlarla karşıya geçmek için hareketlenince onu takip ettik.
"Bence en güzeli yeni bir gelenek başlatmaya çalışmalarıydı."
Alya ile birbirimize bakarak gülmeye başlayınca Luka da bize eşlik etmişti.
İki sene önce ağaç için yıldız yerine Güneş sistemi kullanma kararı alınmıştı. Ağacın tepesinde Güneş sistemi maketinin döndüğü görüntüyü aklımdan çıkaramıyordum. Alya kıkırtılarının önüne geçince duraksadı.
"Peki Güneş Sisteminin Belediye binasının önündeki çöpte bulunmasına ne demeli?"
Kıkırtılarımız kahkahalara dönüşmüştü. Uzun bir süre olay olmuştu bu durum. Yeni fikirlere(!) açık olmayan birileri Güneş sistemini ağaçtan söküp yerine eski yıldızı koymuştu. Üstüne milyon dolarlar harcanmış olan maketi Belediye binasının çöp kutusuna atmıştı. Bunu yapan bulunamasa da yaratıcı olduğu göz ardı edilememişti.
Luka yaşaran gözlerini tek eliyle silip konuşurken önüne geldiğini fark etmediğimiz binaya baktı. Bisikleti, sepetindeki malzemeleri kucaklayıp, devrilmemesi için binanın duvarına yasladı.
"Yukarı kadar eşlik etmemi ister misiniz?"
Alya yamulmuş şapkasını düzeltip başını iki yana salladı.
"Biz hallederiz."
Luka'nın elindeki malzemeleri alıp vedalaşarak binaya girdik. Eski binanın bir asansörü yoktu ve Luka'nın yardımını reddetmemizin acısını dairenin kapısına ulaştığımızda fazlasıyla çekmiştik.
Alya dolu elleri nedeniyle kapıyı tekmelemeye başlamıştı.
Karen yorgun bir ifadeyle kapıyı açtığında Alya ona omuz atıp içeri geçti. Malzemeleri tezgahın üzerine fırlatırcasına atan arkadaşımın aksine sakince aldıklarımızı ada tezgaha yerleştirdim.
Alya yorgunlukla kendini camın önündeki sandalyelerden birine bıraktı.
Karen kırış kırış üniformasıyla mutfağın kapısında dikiliyordu. Gözlerini ovuşturarak aldıklarımızı inceledikten sonra kahve makinesine su ekledi.
"Kahve ister misiniz?"
Alya başını olumsuz anlamda sallarken ona eşlik ettim.
"Pekala, ne var ne yok?"
Gergin ifademi gizlemek için Alya'nın karşısına ona sırtım dönük olacak şekilde oturdum. Ondan sakladığımız her şey için utanıyordum. Söylediğim her yalan yüzüne her baktığımda birer ıstırap iğnesi olarak kalbime saplanıyor ve ruhumu büyük bir acıyla kavuruyordu. Nasıl bu kadar bencilce davranabilmiştim. Alya boğazımda düğümlenen her bir sözcüğü duymuş gibi masanın üstünde kenetlediğim ellerimi tutmuştu. Dokunuşuyla kendime gelirken Karen'ın sözcüklerini yakalamıştım.
"Bu gece ağacı görmeye gidiyor musunuz?"
Alya başını olumlu anlamda sallayıp yanındaki meyve sepetinden aldığı elmayı koluna sildi.
"Adrian da gelicek mi?"
Açmak için uğraştığım yoğurdu bir kenara bırakıp başımı salladım. Alya elmasını masaya bırakıp yoğurdu benim için açtı. Kaşık almak yerine paketi kafama kaldırdım. Karen boş kahve bardığını yıkayıp evyeye bırakırken sordu.
"Adrian, şu sarışın çocuk? Hani babası..."
Cümlesi Alya'nın yapmacık öksürüğü ile kesilmişti.
"Tamam, pekala hiçbir şey demedim. Sadece bu gece dikkatli olun."
Onu başımızla onaylayınca, sanırım tekrar uyumak için, odasına çekilmişti.
Alya elmasını bitirene kadar konuşmamıştık. Boş yoğurt kabımı da alarak çöplerden kurtulduğunda Çikolata Bombaları için işe koyulmuştuk. Alya hamuru hazırlamış ben şekillendirmiştim. Karen'ı ikinci kez bizim için hazır olan çikolatalı hamur toplarını kızartması için uyandırmıştık.
"Neyse ki bu şeyi ben de seviyorum."
Bize attığı imalı bakışa masumca gülümsemiştik. Alya ablası pişirme işine hallederken televizyon izleyebileceğimize karar vermiş ve en son beraber başladığımız American dizisini izlemek için beni peşinden salona sürüklemişti.

Juliet ÖlmeliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin