Billie Eilish - Happier Than Ever
Paris / 31.12.18
Soğuk parmak uçlarımı ısırırken kendimi zorlayarak ayağa kalktım. Bütün bedenim bir şok dalgasıyla çarpılıp titredi. Ayakkabılarım az önce üzerinde olduğumu ele veren demir başlıklı yatağın köşesinden bana göz kırparken onları es geçip demir parmaklıklarla örtülü cama doğru yürüdüm. Depodan dönüştürülmüş daire soğukla çepeçevre sarılmış durumdaydı. Bunun getirisi olarak beni kavuran karın ağrısı da cabasıydı. Soğuk zemine dokunduğu her saniye yanan ayaklarım isyanlarını çoktan bırakmış ve beni ayakta tutmaya odaklanmıştı. Parmaklıkların ardındaki gri gökyüzüne baktım.
Bir haftadır tek manzaram Paris'in gri göğü ve bakımsız gecekonduların kara çatılarıydı. Bir haftadır burada tek başımaydım. Babam nerede en ufak bir fikrim yoktu. Arkadaşlarımın durumunu düşünmeyi bırakalı günler oluyordu. Çünkü akıl ve ruh sağlığım körelmenin kıyısından yürümeye başlamıştı. Yaşanan şeyleri kafamda çevirdikçe mantığım yetisini kaybediyor, duygularım yeni bilenmiş bir bıçak misali göğsümün orta yerine saplanıyordu. O gece beni kolumdan sürükleyerek bütün kaosun ortasından çıkaran Adrian siyah bir arabanın karanlığında beni buraya getirmiş ve resmen terk etmişti. Bu bir haftada duyduğum tek ses bütün çabalarıma rağmen bulamadığım demir bir kapının sesi ve bana düzenli yiyecek getiren ancak bir kez bile yüzünü görmediğim meçhul kişinin ayak sesleriydi.
Küçük bir tezgahın üzerinde konuşlandırılmış bir ocakla mutfak alanı ilan edilmiş yerde yığılı duran yiyecek poşetleri bir haftamın özetiydi. Zayıfladığımı hissediyordum. Büyük ihtimal hasta olmak üzereydim. Geçmeyen kramplar bile alışkanlık haline gelmişti. Yemek yemeyi denemiştim. Ancak her seferinde göz yaşlarına boğularak midemdekileri bir paravanla dairenin diğer bölümlerinden ayrılan banyodaki mermer klozete boşaltmıştım. Midemi yakan acının sebebi soğuk mu yoksa vicdan azabı mıydı bilmiyordum. Kollarımı sızlayan karnıma doladım. Alya'nın elbisesi hala üzerimdeydi. Yatağın yanındaki şifonyer ağzına kadar yünlü ve polarlı muhtemelen beni soğkutan daha iyi koruyacak elbiselerle doluydu. Ancak onları giymek istemiyordum. Aslına bakılırsa hiçbir şey yapmak istemiyordum. Belki nefes almayı bile bırakmalıydım. Elimi elbisemin kumaşında gezdirirken yanan gözlerimi kırpıştırarak sırtımı tavandan yere kadar uzanan cama yasladım.
Arkadaşımın aklımda kalan son görüntüsü korkuyla bana doğru uzanan elleriydi. Çok endişelendiğini biliyordum. Alya korumacı bir arkadaştı, benim için endişelenmediği bir an olmuş muydu hatırlamıyordum. Hele yaşadığım şu son olaylarda daha çok üstüme titrer olmuştu. Şimdi benden haber alamıyor olmak eminim onu çileden çıkarıyordu. Bedenim daha fazla dayanamayınca yavaş adımlarla mutfak alanına geçip üç sandalyeli yuvarlak masaya oturdum. Yeni gelen poşetler taze hamur işi kokuyordu. Yemek yemek istiyordum. Buna ihtiyacım vardı. Ancak midem bu düşünceyle bile bulanırken nasıl hala hayatta olduğumu sorguladım. Önümdeki poşeti aralayarak içindeki kese kağıdını çıkardım. Taze yağlı ekmeğin kokusu burnumu doldururken açlık sadece düşüncelerimi vurdu. Midem sert bir krampla yapmak üzere olduğum şeyi reddetti. Dilim ekmekten küçük bir parça koparıp ağzıma attım. Dişlerim arasında ezilen ekmeğin tadının bir önemi yoktu. Midem bulandı. Devam ettim. Bir lokma daha, bir tane ve başka bir tane daha... Titreyen ellerimle ağzıma doldurduğum lokmalar ağzımda büyüyordu. Derin bir nefes alıp midemin tepkisi ölçtüm. İyiydi. Hala kramplarla beni protesto ediyordu ama iyiydi. Bir başka kese kağıdını önüme çektim. İçi böğürtlenli kruvasan doluydu. Asitli tat ağzıma dolunca hızla yerimden kalkıp kendimi banyoya attım.
Göz yaşlarım yüzümü yakarken daha yiyemediğim tüm kahvaltımı tuvalete boşalttım. Bedenim zangır zangır titriyordu, bütün uzuvlarım alev almış gibi yanıyordu. Yüzüme düşen saçlarımı umursamadan dizlerimin altındaki soğuk mermere oturdum. Ağzımdaki acı tat gözyaşlarımın tuzuyla karışıyordu. Yumruklarım tekrar tekrar yeri döverken kafamdaki sesler ardı arkası kesilmeyen hıçkırıklarımı bastırıyordu. Orada kaç dakika öyle ağladığımı ve nefret sözcükleri savurduğumu bilmiyordum. Ancak yüzüme değen soğuk ellerle kendime gelmiştim. Dokunuş o kadar nazikti ki bir an yüksek ateşten dolayı hayal görüp görmediğim düşündüm. Sonra tanıdık kokusu burnuma doldu. Titreyen vücuduma rağmen hızla geri çekildim. Yüzüme düşen saçlarım arasından tertemiz yüzüne ve yeni ütülendiği belli olan beyaz bir gömlekle çevrili bedenine baktım. Sarı saçları özenli bir taramadan geçmiş ama başarısız olmuş gibi yeşil gözlerine dökülüyordu. Şaşkın bakışları hala üzerimde olan elbisenin açıkta bıraktığı bacaklarımdan çıplak ayaklarıma kaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Juliet Ölmeli
FanfictionŞiddetle başlayan hazlar, şiddetle son bulurlar, Ölümleri olur zaferleri, Öpüşürken yok olan ateşle barut gibi. En tatlı bal bile tadıldıkça bıkkınlık verir, Aynı tat isteği, iştahı köreltir. Onun için, ölçülü sev ki uzun sürsün sevgin, Hedefe hızlı...