Silah ve Namlu

359 25 33
                                    


Hâlâ parlıyor.. camdan içeri giren güneşin son ışıkları.. parlıyor. Parlatıyor.. yazın son sıcaklarını getiren, kim olduğu önemsiz herkesin gözlerinde parlamaya devam ediyor.

Akşam güneşi.. ne büyük nimet.. dilin susup gözlerin konuştuğu sırada, her bir bakışına çarpar ne anlatmak istediğini gösterebiliyordu sana bakanlara.. özellikle irisin o göze çarpan rengini öne çıkararak.

Böyleydi, birazdan kaybolacak güneş ışıkları. Böyleydi, irislerin saçtığı saydam tabakanın birazdan eşsiz bakışlarını yitirecek olması gerçeği..

Batıyordu yavaş yavaş Güneş.. peki bugününün nelere sebep olduğuna dair bir fikri var mıydı bu Güneşin?

Belki ısıtıyor, parlatıyor, yeni bir günün oluşmasını veya o günü bitirmeyi sağlıyor olabilirdi.. ama tüm bunlardan en önemlisi o yeni hayatlar doğuruyordu ışıklarıyla.

Sabahın ilk ışıkları veya gecenin son ışıkları.. ne fark eder ikisi de kötüydü..

Bazı kimseler için yeni müjdeler verirken bazı kimseler için ise çok daha yeni müjdeler veriyordu.. istesen bile sonunu değiştirmeyeceğin müjdeler ve haberler..

(Jeongin'den)

Son iki dakikadır ikimizin de pozisyonu değişmemişti. Ben, Minho'ya elimi bırakması için sulu gözlerle belli belirsiz bir sinirle bakıyordum; minho'da benim bir yere gitmemem için sıkıca tutuyordu elimi. yalvarırcasına..

Gidip kurtulmak istiyordum. Hatta Minho ile bir daha konuşmayacağıma dair yemin bile edebilirdim. Çünkü korkuyordum..

Beni o adama verecek olması gerçeğinden fazlasıyla korkuyordum. Onun bana çektirdiklerini bir kere göz ardı etmiş olabilirdim. Fakat bu demek olmuyordu ki istediği her zaman bana sahip olacağını..

Karşımda gözlerime bakan güneşin saçtığı ışınlar sayesinde tarçın rengi tonundaki kahverengi gözlerle karşı karşıya kalmak ne denli zordu. Hele ki bana ölmemi söyleyen o gözlere bakmak çok daha zordu.

Ona bakmayı kesip bir an önce buradan nasıl çıkarım düşüncesiyle kurtulmak için etrafa göz gezdirmeye başladım. Fakat o hâlâ bana bakıyordu. Kabul etmemi arzuluyordu gözleri. Bunu hissedebiliyordum. Ve buna inanamıyordum. Ben ona bu kadar çok güvenirken, onun beni kullanması..

Hayır hayır buna daha fazla dayanamazdım. Adını bile anmak istemediğim o adamın yanına gitmek son isteyeceğim şey bile değildi.

Masanın üstünde duran tostun yanında ki hâlâ çok sıcak olduğuna emin olduğum çaya ilişti gözlerim. Çaktırmadan boştaki elimle aldığım gibi hızla Minho'nun elinin üstüne döktüm.

Çayı dökmem ile Minho'nun elimi bırakıp yüksek sesle inlemesi bir olmuştu. Başka bir durumda olsa hemen yanına gidip özür dileyip yarasını sarardım. Yetmezmiş gibi üstüne de ağlardım..

Fakat şu an ki durumda bunu yapmam imkansız gibi bir şeydi. Ona yardım etmek istesem de yapamazdım çünkü çoktan Minho'yu markette bırakıp oradan firar etmiştim bile..

Kurtulmuştum oradan ve arkama bile bakmadan ayaklarımın altındaki karanlık ve ıssız yoldan hıçkırıklarla koşuyordum. Sadece benim sesim vardı.. gece karanlığında görünmeyen evlerin duvarlarına çarparak fazlasıyla gürültü çıkarıyordu.

Soluk soluğa kaldığım gerçeği yanında titreyen bacaklarım koşuşumu fazlasıyla yavaşlatıyordu. Minho marketten yeni çıkmış olsa ve yanıma koşmaya kalksa beni saniyesinde yakalardı gibi bir yavaşlık vardı üstümde.

Nihayet yorulduğumu anlayıp yolun ortasında soluklanmaya karar verdim. Hafif eğilip ellerimi dizime koyarak nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Ardından başımı hafif yukarı kaldırıp gökyüzüne bakmaya başladım.

I'm Stabber • MinsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin