Spike viski bardağını dördüncü kez doldurduğunda Ryan hala ikinci bardaktaydı. Çatık kaşlarla Spike'ı izliyordu. Genelde iki dubleden fazla tercih etmezlerdi fakat Spike bugün dörde geçmişti. "O kızı unutman gerektiğini kabullendin galiba?"dedi çakırkeyif bir halde.
Spike başını iki yana salladı. Bardağı havada döndürdü. Viskinin bardağın kenarlarındaki hareketini izledi. Bir yudum aldı. "Konuşmaya gerek yok."
"İşte asil birinin yapması gereken şey."
Spike ise bugün onun kalemliğine bıraktığı anahtarı düşünüyordu. Görünce ne yaptı? Aldı mı, attı mı? Gelir mi? Aptal! Niye gelsin? Beyni yavaş yavaş düşünmeme noktasına doğru gidiyordu. Beşinciden sonra belki de altıncıyı da içtiğinde o noktaya gelmeyi başarabilirdi. Bardağı fondip yapıp masaya bıraktığında her yeri alev alev yanıyordu. Parmak uçları çoktan uyuşmuştu.
"Şişeyi buraya alabilir miyiz?"diye seslendi. Bu işin nereye gideceğini bildiği için Ryan şişeyi yanına koymuştu.
"Dört bardakla da unutulur."
"Hayır. Biraz daha lütfen." Ryan gülerek bir duble daha doldurdu. Spike onu da fondip yaptı. Bir daha uzattı bardağı. "Bu son." Ryan başını iki yana sallayarak o bardağı da doldurdu. O bardak da tek seferde içildi. "İşte şimdi oldu."dedi ve boş bardağı masaya bıraktı. Fakat parmak uçları o kadar ağırlaşmıştı ki elini çekerken bardak yan yattı.
Düşünebildiği kadar onu düşündü. Bir daha o şekilde bakmaması gerektiği yüzü gözlerinin önünde canlandırdı defalarca. Gülüşünü aklına kazıdı. Yeşil gözleri ruhuna giden bir yoldu sanki ve bir daha uzun uzun bakamayacaktı. Pembe dudaklarını öptüğünü bile hayal edemeyecekti. Yumuşacık saçları yüzüne dökülmeyecek, tenine tam oturan parfümünün kokusunu bu kadar yakından alamayacaktı. Onu düşünmek bile gerçekten yanındaymış gibi hissetmesine sebep oluyordu.
Bir fısıltı geldi uzaklardan. "Kaç bardak içtin?"
Onun sesini andıran bu fısıltıya güldü. "Sadece altı. Ama seni unutmama yetmedi. Bir bardak daha almam lazım."
Fısıltı, "Kolunu kaldırabilir misin?"
"Bilmem." Elini kıpırdattı. "Oluyor."
Fısıltı, "Bir bardak daha içemezsin."
"Nedenmiş?"diyerek gözlerini açtı. Tam önünde onun yeşil gözlerini görmeyi beklemiyordu. "Sen gerçek misin?"diye sordu. Doğrulmak istedi fakat tüm vücudu beton dökülmüşçesine koltuğa yapışmıştı ve başı dönüyordu. Gözlerinin önünde birden fazla yüz hareket ediyordu.
"Bana veda ederken anahtarını bırakman hiç hoş bir fikir değildi." Koltuğun kenarına oturdu. Elini onun elinin üstüne götürdü. Sımsıcaktı.
"Üşümüşsün."
Dışarısı soğuktu. Son otobüs gecikmişti. "Sen ise yanıyorsun."
"Neden geldin?"
"Neden bana anahtarını bıraktın?" Spike Omuz silkti. Emma gözlerini onun yarı kapalı gözlerinden ayırmadan devam etti, "Söylediklerinde haklıydın. O şekilde ayrılmak hoşuma gitmedi." Parmaklarını onun sıcak eli üzerinde gezdirdikçe bedenine yayılan karıncalanma hissi kalp atışlarına etki etmeye başlamıştı. Yavaşça üzerine eğildi. "Şu an bizi kimsenin görmediği bir yerdeyiz."diye fısıldadı. Avcunu Spike'ın yanağına koydu. Baş parmağı yanağını okşadı. Dudaklarının üzerinde gezindi sonra. Tıpkı son sefer ona yaptığı gibi. "Bir daha bunu hissedemeyebiliriz." Onun kontrolsüzlüğünü kontrol etmek hoşuna gitmişti. Hiç kıpırdayamayacakmış gibi yatıyordu kanepede ve savunmasız hali onu daha gerçekçi gösteriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
R.E.S (askıda-yine😕)
JugendliteraturRomanceTR "Gençlik Rüzgârıyla Savrulanlar 🪁" listesinde! * Söz konusu Ron White olduğunda aşk, ağıza alınacak son kelimedir. Hayatı eğlence, alay ve oyunlardan ibaret olan bu serseri çocuğun kalbi her türlü heyecanı hissetmeye hazırdı. Fakat aşk a...