Saçlarımda tatlı tatlı hissettiğim küçük dokunuşlarla güzel uykumdan uyanmıştım yavaşça. Fakat gözlerimi açmak yerine uyuyormuş gibi yapmaya devam ettim. Saç tutamlarım arasında usul usul kıvrılan uzun parmaklar beni öylesine hafifleştiriyordu ki sanki şu anda gökyüzünde ufak bir gezintiye çıkmış, süzüle süzüle dolaşıyordum maviliklerin arasında.
Hafif dokunuşlarına devam ederken parmağını önce alnıma indirdi, orada biraz duraksayarak gözüme gelmiş birkaç saç telini yana çekti. Sonrasında biraz bekledi. O an, gözlerim kapalı bile olsa beni izlediğini tüm varlığımla hissetmiştim. Hatta üzerime doğru hafifçe eğildiğini dahi nefesini tutmaya özen gösterse bile hissettim. Görmüyordu gözlerim ancak varlığını görüyorlardı işte. Kapalılardı aslında ama açık olduklarından bile daha net bir görüş sunuyorlardı bana. Beni bir anlık öpmek için dudaklarını uzattığını ancak sonra öpmeden geri çekildiğini dahi hissetmiştim o saniyelerde. Ve hatta, dudağının bir tarafının yavaşça yukarı sıyrıldığını, dudaklarında o muazzam tebessümün oluştuğunu bile biliyordum.
Tek bir parmağımı bile kımıldatmıyordum, o ise dakikalardır izliyordu beni. Arada parmağı hafif hafif yanağımı okşuyor, sanki bu dünya üzerindeki en değerli varlığa dokunuyormuş gibi okşuyordu suratımı. Sıcacıktı teni ve sıcaklığını üzerime yayıyor, dakikalar evvelki soğumuş bedenimi anında ısıtıyordu. Güneşim, demeliydim belki de o an ona. Güneş'im demeliydim ona ve o da bana Dünya'm demeliydi. Güneş'ti sonuçta dünyayı varlığıyla ısıtan ve Dünya'ydı Güneş'in etrafında binlerce kez dönüp duran.
Sonra, tekrar kırmızı olduklarına emin olduğum dolgun dudaklarını benimkilere yaklaştırdı. Birkaç sıcak nefes verince tenimden geçerek beni okşamıştı. "Dudakların," diye mırıldandı ardından fısıltı gibi çıkan sesiyle. Yumuşacık dudaklarını hafifçe dudaklarıma sürttüğünde ise, "Dudaklarım," şeklinde mırıldanmıştı bu kez. Ve bu defa ben de katılarak ona, "Kıyamet." diye fısıldadığımda gözlerim ağır ağır açılmıştı sanki yeniden doğarcasına. Karşımda bana altın ışıklarını saçan, gülüşünden kısılmış gözleriyle bakan biricik Güneş'im, tüm varlığıyla orada duruyordu ve ben inanamadım. Bunun bir rüya olmadığına asla inanamadım.
"Biliyorsun." dediğinde kirpiklerinin altından irislerimin derinliklerine doğru küçük bir keşfe çıkmıştı. Dudaklarımda küçücük bir tebessüm oluştu. "Biliyorum." dediğimde ise gülüşümden öpmüştü beni. Tam gülüşümü gülüşüyle çerçevelemiş, kıyametim olmuşlardı. İçinde dakikalarca yandığım bir kıyametti onlar. Beni sıcaklığıyla okşar, en derin duygularını oraya bahşederlerdi. Daha önce hiç görmediğim, bir an bile işitmediğim bütün derinlikleri yalnızca o anda hissederdim ben. Kıyametti belki, ancak en değerli çiçekten farksız, hiç tadılmamış baldan çok daha tatlıydı.
Dakikalar önce uyanmış olsam da hareketsiz kaldığım için kaslarımı kıpırdatma ihtiyacı hissederek kollarımı esnermiş gibi kaldırmıştım. Bedeni, hala üzerimde olduğu için ona dolama gereksinimi hissederek sıkı sıkı sardığımda daha da yapışmak için vücudum büyük bir ihtiyaçla dolmuştu. Yetmiyordu işte. Hiçbir zaman yetmemişti. Başkalarına karşı bu kadar temas isteyen biri değildim ben, yalnızca Hyunjin hyung karşısında böyle oluyordum. Hyunjin hyung, benim en farklı ilgimdi her zaman.
Bütün esneme ihtiyacımı ona kollarımı ve daha da ileri giderek bacaklarımı da sımsıkı dolayarak gidermeye çalışmıştım. Dudakları ise hala bendeydi. Küçük küçük öpücükler konduruyor, o da bana karşılık vererek kollarını belimden geçiriyordu. Vücudundan yayılan tatlı kurabiye kokulu feromonlar etrafa yayıldıkça yayılıyor, içimdeki giderek büyüyen huzur duygusunu en ala şekilde artırıyordu. İçim gidiyordu onun bu güzel kokusuna. Başımı döndürüyor, beni hiç varolmamış bir aleme sürüklüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
No507 | hyunin
FanfictionYang Jeongin, bir alfa olacağından oldukça eminken kendisini çocukluk arkadaşı Alfa Hyunjin'in kucağında sürtünürken bulur. [omegaverse] 040921 & 260722