Pazartesi,
Eda'dan,
Her zamanki gibi okula erkenden gelmiştim ama bundan hoşlandığımı da pek söyleyemezdim. Gündüz insanı olsam da şimdi elimde bulunan kitap yüzünden gece geç saatlere kadar ayakta kalmış ve uykumu alamamıştım. Şu an neden uyumuyorsun derseniz hâlâ kitabı bitirememiştim ve meraktan çatlamamak için okumaya devam etmem lazımdı. Tess Gerritsen'ın ilk kitaplarından biriydi okuduğum: Cerrah. Okurken tırsmadım dersem yalan olur ama yine de mazoşist gibi beni ürküten cinayet kitaplarını okumaya bayılıyordum.
Sınıfa en erken gelen kişi olduğumdan keyif içinde okuyabiliyordum, gerçi sınıftan ayrılmamamın başka bir sebebi daha vardı:
Onu beklemek.
Kendime engel olamıyor ve sırf onun gelişini ve bana gülümseyişini görmek için sınıftan ayrılmıyordum sabahları. O benim gibi erken gelen tek kişiydi. Servise binmiyordu, babası sabah erkenden evden ayrıldığından onu da okula erken bırakıyordu. Bazen yorgun, bazen sevinç dolu gözlerini ilk ben görüyordum. Yine öyle olmuştu, eğer kitap bu kadar ilgi çekici olmasaydı muhtemelen gözüm sürekli saatte olurdu ama bu sefer ben değil, o beni izliyordu.
Kitabı bitirdikten sonra memnuniyet dolu bir gülümsemeyle kafamı kaldırdığımda gördüm onu, bana bakıyordu. Kumral saçları özenle taranmıştı, güneşin vurmasıyla altın rengine dönen gözleri üstümdeydi, gözlerini uzun kıvrık kirpikleri çevreliyordu. Dudağında yarım bir gülümseme vardı, gamzesi belirmişti bu gülümsemesiyle. Hafifçe tebessüm ettim,
"Günaydın."
"Günaydın Eda." diyerek yanıma geldi, "Ne okuyorsun?" dediğinde kapağı gösterdim. İlgiyle kitabı inceledikten sonra bana döndü, "Sen bu yazarın başka bir kitabını da okumamış mıydın?" demesiyle kalbimdeki minik bir serçe ürkekçe silkindi sanki.
"Evet, cinayet romanlarına bayılıyorum." Parlak bir şekilde gülümsedi,
"Biliyorum." dediğinde tekrardan garip hissettim, hani bir yaz akşamı kısa kollu bir tişörtle balkona çıkarsınız da tüylerinizi diken diken eden bir rüzgâr eser ya, işte kalbimden de öyle bir rüzgâr esti tüm vücuduma. Elimde olmadan ürperdim, hep bu sözleriyle onu unutmama engel oluyordu. Tek bir umut kırıntısına bel bağlayabilecek yüreğim bu sözlerle sanki daha da ağırlaşıyordu.
"Ahmet Ümit?"
"Ortaokuldayken bitirdim tüm kitaplarını." dediğimde biçimli kumral kaşları havalandı,
"Gerçekten çok seviyorsun okumayı." dediğinde gülümsedim yeniden. Okumak, hayal etmekti. Bazen yaşayamayacağın maceraları, dünyaları bazense aşk gibi duyguları hissetmek için idealdi. "O zaman sana başka bir yazar önereyim, bunu belki duymamış olabilirsin ama ben severim o yazarın kitaplarını. Belki sen de seversin. Jean-Christophe Grangé ismi." Ben zaten onun gözlerinin değdiği her şeyi severdim, benimle paylaştığı her ânı sevdiğim gibi...
Bu hafta sonu bir şeylerden vazgeçmiştim. Onun sevgisini silmeye çalışmaktan vazgeçmiştim. Yaşamam gerekiyordu, daha doğrusu duygularımı kabullenmem gerekiyordu çünkü bastırılan her duygu daha şiddetli bir şekilde geri dönerdi. Ben de onu uzaktan sevmeye karar verdim, sessizce, kimseler bilmeden...
Yanımdaki sıraya oturdu ve bana döndü,
"Dönem sonu da yaklaşıyor, yaz için planın var mı?"
"Yazın kısa bir tatil yapar sonra da çalışma programı hazırlarım herhalde." dedim sıkıntılı bir biçimde. 12. Sınıf beni ürkütüyordu. "Sen?"
Onun da ifadesi bulutlanmıştı, "Ben de öyle yapacağım muhtemelen. Ankara'da mı olacaksın?"
"Sanırım ama daha kararlaştırmadık belki İstanbul'a gideriz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlıkta Kalan
Romance"İnan bana senin beni sevme ihtimalinden daha güzel olan bir şey varsa o da yüzündeki gülümsemenin sebebi olmamdır." Bu tek bir kişinin hikâyesi değil. Ateş, Selin, Ceyda ve Eda... Her şey dördünün arkadaş olmasıyla başladı. Zamanla hem arkadaşlıkl...