Eğer bu büyülü an Bora tarafından bozulmasaydı bir masalın içinde olduğuma emin olabilirdim fakat kapının hafifçe aralanmasıyla çıkan gıcırtı aramızdaki o havayı bozdu. Kafamı kapıya doğru çevirdiğimde Bora'nın buz mavisi gözleri ile karşılaşmıştım. Sarıldığımızı fark edince gözleri kocaman oldu ve minik eliyle ağzını kapattı. Aceleyle Mert'ten ayrıldım. Öksürerek ayağa kalktığımda Mert de Bora'yı fark etmişti.
"Kapı çalınmadan girilmez." dedi Mert benim aksime sakince. Galiba kardeşinin odasına yaptığı baskınlara alışıktı.
"Neden ki? Ayıp şeyler mi yapıyordunuz?" Şaşkınlıktan ağzım açık kaldı. Vücudumdaki tüm kanın yüzüme hücum ettiğini hissedebiliyordum. Bu çocuk böyle konuşmayı nereden öğrenmişti?
Mert kaşlarını kaldırdı tehdit edercesine. "Böyle konuştuğunu annem biliyor mu?" Tedirgince abisine baktı Bora,
"Söylemezsin değil mi?" Mert kollarını kavuşturdu umursamazca.
"Bilmem valla, bize olan davranışlarına bağlı." 2 dakikada durumumuzu avantaja çevirmesi beni afallatmıştı.
"Hiçbir şey görmedim ben zaten." dedi Bora hızlıca. Mert serseri bir gülüşle kardeşinin saçlarını karıştırdı.
"Aferin." Bora'nın minik kaşları çatıldı,
"Off abi ya! Saçımı bozma."
"Ne güzel düzeltiyorum işte, hem daha tarz böyle."
"Hayır, ben önceki hâlini seviyorum, Melis de öyle seviyor." Vay, vay, vay... Melis daha şimdiden Bora'yı parmağında oynatıyordu. Mert kaşlarını kaldırdı,
"Ohoo, sen de iyice hanımcı olmuşsun." Tam üstüne basmıştı!
"Niye? Hanımcı olmak kötü bir şey mi?" dediğimde Mert yutkundu,
"Zaten erkek adamın birinci vazifesi hanımcı olmasıdır. Aferin, canım kardeşim..." Sesi giderek kısılmıştı. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Hadi aşağıya inelim."
Hızlıca merdivenlerden indiğimde Gökçe teyzeyle konuşan annemin bakışları bana odaklandı. Gözleri bir şeylerden şüpheleniyormuşçasına kısılmıştı. Bu kadının da kafası böyle şeylere acayip çalışıyordu, kaç kere ipten dönmüştüm. Yanına oturduğumda dirseğiyle beni dürttü,
"Bu kadar zamandır yukarıda ne yapıyordun sen?" Böyle bir şey soracağını tahmin ettiğim için cevabım hazırdı.
"Lavaboya girmiştim."
"Niye yukarıda girdin? Burada da vardı tuvalet." Yuh! Bir de üzerime GPS taksaydın?
"Aaa, anne sen de ne sorguladın ya. Üst kattaki tuvalette bomba var da benim mi haberim yok? Öyle denk geldi işte." diye onu geçiştirdiğimde Gökçe teyze yanımıza geldiği için sustu. Kafasını bir yana eğerek gözlerini belertti, konuşmasına gerek yoktu zaten ne söylediğini gayet net anlamıştım. Bu üslubunu seninle evde konuşacağız küçük hanım!
"Ceyda'cım ben Türk kahvesi yapıyorum, annenle içeceğiz. İçer misin sen de? Mert sana sormuyorum, zaten içmiyorsun..." dediğinde Mert onaylar gibi kafasını salladı.
"Olur Gökçe teyze, ben içerim." Annem kaşlarını kaldırdığında mutfağa gidip yardım etmemi istediğini anladım ve ayaklandım. Acaba üniversitelere yeni bir bölüm eklenir miydi? Göz ve kaş dili edebiyatı üzerine lisans derecesi alabileceğime bayağı emindim çünkü.
"Hem sonra annenle beraber fal bakacağız." dedi göz kırparak. Güldüm, "Olur." Fala inanan biri değildim. Bir laf vardır; fala inanma, falsız kalma diye. Ben o sözün yolundan gidiyordum açıkçası.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlıkta Kalan
Romance"İnan bana senin beni sevme ihtimalinden daha güzel olan bir şey varsa o da yüzündeki gülümsemenin sebebi olmamdır." Bu tek bir kişinin hikâyesi değil. Ateş, Selin, Ceyda ve Eda... Her şey dördünün arkadaş olmasıyla başladı. Zamanla hem arkadaşlıkl...