☆
Sırtımı kapıya çevirmiş otururken kapının açılmasıyla yalancı bir tavırla "Sonunda geldin Minjeong." dedim gelen kişiye dönerek.
Jisung'u görmemle biraz rahatlamış ve derin bir nefes vermiştim. Bir şekilde yalanımı uydurup buradan tüymeliydim. Zaten benim neyimeydi ki böyle gizli kapaklı işler? Zeki bir insandım önceden, kızgınlık ateşi başıma vurmuş olmalıydı.
"Aa sen miydin Jisung-shi? Minjeong sandım."
"Onu mu bekliyordun?" diye sordu yanıma yaklaşırken. "Evet, odamda bekle, bir şey söyleyeceğim demişti ama gelmedi bir türlü."
Aynen, kesin yaşanmıştır bu.
"Sen niye geldin?" dedim konuyu değiştirmeye çalışırken. "Ben de onu arıyordum. Odasında değilse nerede?"
"Şu an iş başında olması gerekiyor, değil mi?"
Muhtemelen benim orada olmamamı fırsat bilmiş, Hyunjin'in etrafında dört dönüyordu. Zaten Hyunjin de kızgınlıkta olduğu için yanına değil omega, dişi sinek bile yaklaşsın istemiyordum. Ne olacaktı benim bu halim? Daha birkaç ay öncesine kadar atar yaptığım, reddettiğim adamı deli gibi kıskanıyordum.
"İmparator görevini değiştirmiş. Onu haber vermeye geldim." dediğinde sevinçten çığlık atacaktım neredeyse. Jisung da bu halimi fark etmiş olacak ki "Senin işin değil mi?" diye sormuştu.
"Yok canım, benim ne işim olur?" dedim omuz silerken. "Minjeong muhtemelen bu yüzden çağırmıştı beni. Odama gideyim, hiç uğraşamam onla." derken yalanımın üstünü kapatmış ve zafer kazanmış bir edayla odama dönmüştüm.
Tek sorun kolyemi bulamamış olmamdı. Belli ki arayarak bulamayacaktım da. Kızgınlığım geçtikten sonra aklım daha çok başımda oluyordu. O zaman uygun bir plan yapardım. Şu an kafam yalnızca Hyunjin'e çalışıyordu.
Yine odada beklemiş, beklemiş ve beklemiştim. Öyle ki biraz saha beklersem sıkıntıdan kafayı yiyecektim. Hazır öğle arasına girmişken ve kimse yokken biraz etrafta dolansam sorun olmazdı bence.
Herkes şu an yemekhanede olduğundan etraf bomboştu ve özgürce dolaşabiliyordum. Sarayın en sevdiğim yerlerinden biri de bahçeydi. İmparatoriçe bahçeye çok özen gösterir, dünyanın dört bir yanından en usta bahçıvanları bahçesini güzelleştimeleri için buraya getirirdi. Ve böylelikle sarayın bahçesi cennet bahçelerinden bir bahçeyi andırıyordu.
Bahçede adını bilmediğim, daha önce hiç görmediğim binbir türlü çiçek vardı. Benim en sevdiğim ise Kanayan Kalp çiçeğiydi. İnce bir dalda pembe kalp şeklindeki sıra sıra çiçekler, altlarında su damlası gibi görünen kısmıyla gerçekten de kanayan bir kalbe benziyordu. Ayrıca tüm bu narin görüntüsüne rağmen oldukça dayanıklı olmasının ayrı bir anlamı vardı benim için. Kalpler kırılır, kanar ancak hiçbir zaman solmaz.
Çiçekleri incelemeye dalmışken etraftan sesler işitmemle kaşlarımı çattım. Yemek arası başlayalı çok olmamıştı, kim erkenden çıkmıştı ki?
Sesi takip edip ilerlerken bahçenin yüksek çalılarının arkasında biri tanıdık, diğeri yabancı konuşan iki kişiyi görmemle çalının diğer tarafına gizlenip onları izlemeye başlamıştım.
Minjeong ve yaşlı bir adam konuşuyor, daha doğrusu kavga ediyordu. Adamın türünün ne olduğunu anlayamıyordum çünkü binbir kokunun olduğu bu bahçede kokuları ayırt edebilecek kadar keskin bir burna sahip değildim.
"Ben ne yapabilirim?" demişti Minjeong ağlamaklı bir tonda. O adam kimdi ve Minjeong neden ağlıyordu?
"Ruh eşleri olması benim hatam değil." demişti ardından. Kurduğu cümle üzerine kaşlarım hayretle havalanmış, konuşmayı daha dikkatli bir şekilde dinlemeye başlamıştım. Ruh eşleri derken bizden mi bahsediyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aphrodite | Hyunlix
FanficTahta çıkacak olan Delta Prens Hwang Hyunjin ve hareminin gözde cariyesi Omega Lee Felix.