Jeon Jungkook'a 'o gece' aşık olduğumu tam iki yıl sonra, belirsiz bir gecede anlayacaktım.Parmakları viski kadehini sıkı bir şekilde kavramış, hüzün dolu buğulu gözleriyle bana bakmaya devam ederken müşterilere odaklanabilmek zordu. Bana hiç aşık olup olmadığımı sorarken de hüzünlü duruyordu, nasıl bir aşk onu böyle dağıtmıştı? Leona ona bir kadeh daha verip vermemek konusunda bana danışırken onu onayladım, elim bilgisayarın yanında duran telefonuma gitti. The Blues Is Just a Bad Dream çalıyordu arkada, bar tezgâhından ayrılarak uzaklaştım oradan. Jimin'in numarasını bularak kulağıma götürdüm telefonu. Dördüncü çalışta açıldı. "Taehyung?" dedi, onun sesini duymak biraz tuhaf hissettirdi.
"Jungkook burada, iyi görünmüyor."
Hemen geleceğini söyleyerek telefonu kapattı, içeri geri döndüm. Jungkook kollarını masanın üzerine koymuş, başını da yaslamıştı. "İyi misin?" diye sordum yanına giderek, başını bile kaldırmaya gerek görmemişti o an. Geçmiş hakkında düşünüyorum da bazen, o an saçlarını okşayabilirdim onun. İçinde yaşadıklarını anlamamış olmak hâlâ kalbimi kırıyordu. Jimin gelene kadar onun uzanmasına, kendini dinlemesine izin verdim. Sarhoş muydu, yoksa hayallere mi dalmıştı, bilmiyordum. Hiçbir zaman sorma cesaretinde bulunamamıştım o anları, düşüncelerini, hislerini. Benim için bir sis perdesinin ardında kalmıştı.
Jimin üzerine deri bir ceket almış, altına dizleri yırtık kot bir pantolon geçirmişti. Siyah saçları dağınıktı. "Merhaba." dedi bana bakarak, ona başımla selam verdim. Bir elini Jungkook'un omzuna atarak kulağına bir şeyler mırıldandı, onun başını kaldırıp Jimin'in gözlerinin içine baktı. Kısa bir an olmasına rağmen gözleriyle anlaşmışlardı. Biz de Jimin ile gözlerimizle anlaştığımız zamanlar geçirmiştik, araya giren uzaklık bu özelliği değiştirmiş miydi, merak ediyordum. "Bir ara Lana Del Rey açmalısın." dedi Jungkook başını kaldırarak, gözlerindeki parlaklıklar beni sonsuza çekiyordu sanki. Ona bakmak, gökyüzüne bakmak gibiydi. Yıldızlarla doluydu, ulaşılamazdı.
"Hyung, gitmek istemiyorum."
Hemen arkasında dikilmekte olan bedene doğru dönerek konuştu, onları izlemek tuhaf geliyordu. Jimin ve Jungkook, üniversite dönemimizde pek anlaşamayan ya da buna yanaşmayan iki üvey kardeşti ama durumlar değişmiş görünüyordu. Bazen dünya dönmeye devam ediyor, ben duruyor gibi hissediyordum. Etrafımdaki her şey değişiyordu, ben değişemiyordum. Olduğum yeri benimsemiştim. "Jungkook, eve gidelim ve konuşalım." dedi Jimin, bir elini onun ensesine koymuş, saçlarını okşuyordu. "Onu görmeye devam etmek istiyorum." Jungkook konuşmaya hazır görünüyordu ama Jimin onu susturdu, yerinden kaldırdı ve gitmeleri gerektiğini bir kez daha hatırlattı. Onu bu kadar dağıtan bir insan nasıl biriydi? Nasıl bu hâle getirebilmişti yıkılmaz duran o çocuğu? Jimin bir kez daha bana teşekkür etti, Jungkook'un içki paralarını ödemek istediğinde önemi olmadığını söyledim.
Onların gidişi caz barı eski havasına döndürdü, orta yaşını geçmiş insanların arasında tek başıma kalmış hissini atamadım bir süre üzerimden. Geçmişe duyduğum özlem duygusunun gerçekliğini sorgulamam gerekiyordu. Özlem duyduğum neydi? Jimin miydi? Okul muydu? Midemin bulanmasına sebep olan derslerin tamamı mıydı? Kafeteryada yaptığımız tüm sohbetler miydi? Tasasız görünen dertlerimiz miydi yoksa? Anlam veremiyordum. Özlem duygusu bir anda belirmiş, göğsümün orta yerine yerleşmişti işte. Biraz hava almak istiyordum ama hareket etmeye mecalim yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
he's in love' taekook
Fanfictionkim taehyung caz barına her akşam uğramaya başlayan jeon jungkook'a bir gecede aşık olmadı.