Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Kendimi anlatmaya nereden başlayabileceğimi bilmiyorum.
Onu tanıdığım ilk ana mı gitmeliyim ki bu çok zor, yoksa her şeyin başladığı o gecenin içine mi dalmalıyım? Onunla anılarımın olmadığı lakin isim olarak zihnimin içine ilk yer ettiği üniversitenin boyalı koridorlarının ne bu hikaye içinde, ne de bizim hayatımızda pek yeri olmamıştı. İsmini biliyor, görünüşünü belli belirsiz hatırlıyordum. Onun varlığı silik bir iz bırakıyordu üniversitenin o çekinceli günlerinde.
Tüm insanların bir anda size karşı olacağı barları ve eğlence mekanları ünlü olan Hongdae'de caz bar açma fikri, yirmi beş yaşımın ilk gününde aklıma gelmişti. Arkadaşlarımın zoru ile içinde olduğum barın yüksek taburesinde oturuyor, bu zamanın insanlarının elektro dedikleri müzik türündeki gürültülü şarkılarını dinliyor, kadehimdeki içkiden yudumlar alıyordum. Benim ve tüm dünyanın sevdiği, ilk versiyonunun mükemmel olduğu, "remix" adı altında bar şarkılarına dönüştürülen şarkılar için üzülüyordum. Herkes eğleniyordu benim dışımda. Saat gece yarısını bulmadan üzerime sinen içki ve bayat yemek kokularıyla terk ettim mekanı, Han Nehri'nin kıyısına inerek temiz havayı içime çektim ve bu izbe yere caz bar açmaya karar verdim.
Ailem bir zamanlar almış oldukları "ne karar verirlerse versinler, çocuklarımızı destekleyeceğiz" kararından vazgeçmelerine neden olmamıştı bu uçuk fikrim. Beni hem maddi, hem manevi olarak desteklemişler, her zaman yanımda olmuşlardı. Başına buyruk bir insan olmamın en büyük sebebi bu tutumları olabilirdi. Onların karşısına geçerek söylediğim her fikri dinlemeleri, yapmak istediklerimi desteklemeleri, beni hayali bir kahraman haline getirmelerinin sonucu buydu, aklıma koyduğumu yapmak gibi bir huy edinmiştim. Arkadaşlarımın, ailemin arkadaşlarının, akrabalarımın, beni vazgeçirmeye çabalayan ve bu uğurda her şeyi yapmaya hazır herkesin sözünü dinlemememin de sebebi buydu.
Tıp fakültesini beşinci sınıfın ortalarında bir caz bar açmak için terk etmek, desteklenmemesi gereken bir fikirdi belki de.
İki buçuk yılı geride bıraktığım bu günlerde kararımdan hiçbir zaman pişman olmamıştım. Müşterilerim çok fazla değildi lakin kaliteliydi. Barlardan, kulüplerden, diskolardan sıkılmış, biraz kafa dinlemek ve bir şeyler içmek isteyen orta ve üst yaş kesimin uğrak yeri olmuştu caz bar. Müzikler, sakin ortam, güler yüzlü çalışanlar onlara iyi hissettiriyordu. Gençlerin yorucu halleri yoktu. Rahatsız edici boyutlara ulaşan yüksek sesli müzikler yoktu. Küçük dans pistinde vals yapıyor, küçük adımlarla dans ediyorlardı. Bir duvarın kaplı olduğu plaklar vardı, her gece ilk gelen müşteriye bir tanesini seçmesini söylüyor, tüm gece onu oynatıyorduk barda. Sakin hayatımı seviyordum. Bir şeyleri başarmış olma hissini, kendim olmayı seviyordum. Yirmi yedilerimin ortasına geldiğim bugünleri seviyordum. Bir daha eski ben olmayacağım o geceyi seviyordum.
Saat akşam sekizi bulurken sıcak bir temmuz akşamında barın kepenklerini müşteriler için açmıştık. Leona, kendisi Londra'dan değişim öğrencisi için gelmişti ve benim dinlemekten hoşlanmadığım bir erkek pop grubunun hayranıydı, bar tezgahını beşinci kez silerken onun yanında duruyor, bilgisayar üzerindeki işlemleri hallediyordum. Onun kapıdan içeri girişi de tam bu zamana denk geliyordu. Üzerinde dizleri yırtık mavi kot pontolonu, eteklerini onun içine soktuğu beyaz tişörtü, siyah bomber ceketi ve siyah NYC yazılı şapkası ile birkaç basamak ile inmişti içeri. Görmeye alışık olmadığımız bir giyime sahipti müşteri kategorisinde, ne Leona, ne ben, ne de garsonumuz ve barmenimiz olan Jaehyun başımızı kaldırıp ona bakmıştık. Yanlış gelmiş olabilirdi ve onu umursamadığımız sürece bu gerçeğin farkına varabilirdi. "Viski." dedi bar taburesine oturarak, bakışlarını arkamızda kalan tezgâh üzerinde gezdirdi.