3

1.2K 179 43
                                    

eric clapton, wonderful tonight

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

eric clapton, wonderful tonight

-

Gecenin getirdiklerinden hep korku duyarak büyümüş bir yetişkin, nasıl geceye sığınabilecek kadar onu sahiplenirdi, bilmiyordum.

Kendimi tanıma konusunda her zaman keskin yargılarda olan biri olmamış olsam dahi, bazen düşünce ve duygularımın sürüklendiği denizi tanıyamıyor, anlamıyordum. Eric Clapton bu gece bara eşlik eden sanatçı olurken birkaç kişiyle sohbet etmiş, kasanın hemen arkasındaki yerimi alarak yüksek tabureye oturmuştum. Zaman içinde sürüklenen yaşantımı sevdiğimi fark ediyordum. Bir doktor olarak yaşayacaklarımı, sorumluluklarımı düşünmek nefesimi kesen bir durumdu.

Saat ilerlemeye devam ediyor olsa da ben yerimde sayıyordum sanki. Plaktaki şarkılar değişiyor, insanlar gelip gidiyordu. Leona onlar için içkiler hazırlıyordu. Yerimden kalmıyor, insanları gözlemlerken kendimi sorgulamakla yetiniyordum. Okumak, kendimi sorgulamak, okumaya devam etmek ve kendimi içinden çıkılmaz bir durumun içine atmak tam da benim yapacağım bir şeydi. Jimin'i düşünüyordum. Üniversitedeki arkadaş grunumuzu. Her zaman bir arada olacağımıza dair verdiğimiz tüm o sözleri. Onlar hâlâ bir aradaydı. Buluştuklarını, eğlendiklerini, zaman geçirdiklerini biliyordum. İlk zamanlar beni her buluşmalara çağırıyorlardı, onlara bahaneler sunarak reddediyordum. Zaman içinde telefonlar azaldı, tamamen kesilmesi bir yılı buldu.

Merdivenlerde gördüğüm beden dikkatimi ona vermeme sebep oldu. Üzerine giydiği dizleri yırtık pantolonu, ekose desenli gömleği, pantolonunun içine sıkıştırdığı tişörtüyle Jeon Jungkook, bu bara ait görünmüyordu yine. Saçları dağınıktı ve son gördüğüm zamanın üzerine biraz daha uzamıştı. Onu ilk kez bu barda görmemin üzerinden bir aya yakın bir zaman geçtiğine inanmak bana da zor geliyordu. "Selam, hyung." dedi karşımda kalan tabureye otururken, gömleğinin kollarını dirseklerine kadar katladı. Dövmeleri tüm kolunu kaplıyordu, elinin üzerinde ve parmaklarında bile dövmeler vardı. Jeon Jungkook asi çocuk imajını her zaman sevmişti. Üniversite zamanında yanımıza uğrar, yüzümüze bile bakmadan sadece üvey kardeşi Jimin ile iletişime girerdi. "Bizi konuşmaya değer görmüyor sanırım." diye yakınır olsak da Jungkook'un kişiliğinin bu olduğunu dile getirirdi Jimin.

"Seni hangi rüzgâr attı buraya?"

Leona onun için viski hazırlarken omuzlarını düşürdü, "Rüzgârda savrulacak kadar kırılgan mı görünüyorum?" diye sordu, bir deyimi ciddiye alarak karşılık vermesi gülmek istememe neden olsa da yapmadım, kollarımı göğsümde kavuşturarak onu izledim. Viski kadehini parmakları arasına alarak döndürdü, buzlar cama çarparak ses çıkarmış olsa da gürültüde duymak imkânsızdı. Tears in Heaven arka planda yerini aldı. "Kırılgan görünmek sorun mu senin için?" diye sordum, ona, onun diliyle cevap vermek gerektiğini fark etmiştim. "İnsanlar kırılgan erkekleri sevmezler, Kim Taehyung." Haklıydı, bir erkek olmak, her zaman dik olmak demekti onların yargılarına göre. Ağlamak yoktu, üzülmek yoktu, acı çekmek yoktu. Baş her zaman yukarıda, omuzlar geride, her an savaşa hazır bekleyen bir asker gibi olmalıydı. Hayatı, kendini, insanları ciddiye almalı, ona göre davranmalıydı. Toplumun dayatmaları vardı. Ataerkil sistemin getirdiklerinde acı ve gözyaşı, onlara ait değildi.

he's in love' taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin