ha hyungsang, burning sunset
Bir sihirli küre, içinden cin çıkan lamba, bir dilek perisine sahip olsaydım ve kendimi iki yıl önceki o James Taylor çalan gecede bulsaydım; onu kabul eder miydim?
Jeon Jungkook'u her zaman kabul edeceğimi biliyordum. Siyahlar içindeki bedenin ruhunda ve kalbinde rengarenk bir dünya görmüştüm. Ne onun için çektiğim acıdan, ne de ağlayışlarımdan pişman değildim. Jeon Jungkook, benim her şeyim olmuştu. Zamanın ne getirdiği umurumda olmamıştı. Benim için korktuğu gecenin akşamı onu yatağıma ilk aldığım geceye denk geliyordu. Evime ikinci gelişi miydi? Zaman kavramı bazen aklımı karıştırıyordu. Jungkook her an benim hayatımdaydı izlenimi veriyordu.
O gece bara inmemek konusunda kesin bir karar göstermiştim. Jungkook sular içinde kalan şişme montunu portmantoma asmış, cebinden küçük bir kahve kavanozu çıkarmıştı. "Kahve içmeyi severim ama senin evinde bulamadım." demişti, dalgın halimden faydalanarak mutfağıma girmiş, su ısıtıcısını çalıştırmıştı. Mutfağımda rahat hareketlerle gezindiği ilk sefer olmayacaktı. Benim de ona eşlik ettiğim zamanlarla birlikte birçok anı bırakacaktık orada. Jungkook gözlerini bana dikmiş suyun kaynamasını beklerken kapıda dikilmeye devam ediyordum. Tuhaf görünüyor olmalıydım. Hayatımda hiçbir anı bulunmayan birini hayatıma dahil ediyordum. Bir anda. Beklemeden. Jeon Jungkook ne yapmaya çabalıyordu? İki yıl önce bunun hakkında çok fazla düşünmediğim için kendimi suçlamalı mıydım?
Kahve kokusu mutfağıma ve salonuna sinerken bir kez daha hoşlanmadığımı anladım. Acı kokular, acı tatlar hoşuma gitmezdi. Onu hayatıma dahil etmekle birlikte acının en derinini de getirmişti beraberinde. Salonumdaki koltukta oturmuş, küçük kitaplıkta göz gezdirirken kahvesini içiyordu. "Bir caz barın var ama evinde hiç içki yok." dedi, Jungkook benim ne zaman kurcalamak için fırsat bulmuştu? "İçki ya da kahve sevmem." dedim ona, sesimin bir tık sert çıktığını hatırlıyordum. Bir an ne diyeceği konusunda bocalamıştı. "Ben ikisini de severim. Aşağıdan alıp içebilir miyim?" diye sormuştu, ona neden izin vermiştim? Jeon Jungkook kahvesini bitirmenin sonrasında alt kata, bara inmiş, bir şişe Glenfiddich ile geri dönmüştü. Annemin hediye ettiği, küçük bir dolap içinde sakladığım viski kadehlerinden birini onun için çıkardım. Her evime gelişinde kullandığı bu viski kadehi bir gün tartışmamızın arasında duvara çarparak parçalara bölünecek, ondan geriye hiçbir şey kalmayacaktı.
Tüm bunları neden dile getiriyordum? Geçmişi neden onu ilk barda gördüğüm günden itibaren zihnimde yeniden oynatıyordum? Neden Jungkook'u yüreğimde açmış olduğu tüm yaralara rağmen hatırlamak istiyor, unutmamak için çabalıyordum? Hislerimi bir kelimenin içine sığdıramıyor olmamın nedeni neydi? Ne zaman son bulacaktı tüm bu işkence? Ruhum ve yüreğim içine atıldığı ateşten ne zaman kurtulacaktı? Bir kar küresi içinde sakladığım o bedeni ne zaman bir daha görebilecektim? Özlem miydi bana bunu yaptıran? Alışkanlık mı? Sevgi mi? Ona dair hissettiğim ve adını unuttuğum binlerce duygu mu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
he's in love' taekook
Fiksi Penggemarkim taehyung caz barına her akşam uğramaya başlayan jeon jungkook'a bir gecede aşık olmadı.