6

857 116 12
                                    

İnce ince çiseleyen yağmurun pencere camına vuruşunu izlerken yalnızlığım hakkında düşünüyordum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

İnce ince çiseleyen yağmurun pencere camına vuruşunu izlerken yalnızlığım hakkında düşünüyordum. Kendi başıma kalışımın benim üzerimde nasıl bir etki bıraktığı konusunda emin değildim. Yalnızlığı her zaman sevmiş olan ben, neden şimdi bir pencere kenarında oturmuş onun hakkında düşünme eğilimi gösteriyordum? Saat neredeyse öğlen olmak üzereydi. Yan odadan gelen tıkırtılar içimin ürpermesine neden oluyordu. "Kemerimi bulamıyorum, gördün mü?" diye sordu bana, bakışlarımı çiseleyen yağmurdan çekerek onun merak dolu gözlerine çevirdim. "Benim odamda." Aldığı yanıttan memnun bir hâlde arkasını döndü, uzaklaşmasını izledim.

Dün gece saat ikiye gelirken caz barı kapatmış, tüm kilitleri kontrol ettikten sonra üst katta kalan daireme çıkmak için köşeyi dönmüş ve apartmana girmiştim. Kapımın hemen önünde beklemekte olan Jeon Jungkook'u görmek benim için şaşkınlık verici bir durumdu. Sarhoş olarak evimde kaldığı o günün üzerinden neredeyse on gün geçmişti. Tek bir gün haber alamamıştım ondan. Ne telefon numarasına sahiptim, ne de ona ait herhangi bir bilgiye. Onu kapımda bulmak, ayık bir hâlde, beni içinde düşürdüğü durumdan bihaberdi. Benimle kalmak istediğini söylemiş, tek bir onay beklemeden içeri girmişti. Jeon Jungkook'u anlamaya çabalamak bir gizem olarak kalacaktı benim için. Onun gidişini izlerken bile hâlâ bir gizemin ortasında sürünüyor olacaktım.

Siyah kemerini düzelterek salona adımladığında gözlerimi onun üzerinden çekmek istesem de yapamıyordum. Jeon Jungkook'un güzel olduğunu ve bir büyüye sahip olduğunu kabul etmem gerekiyordu. Siyah saçları uzamış ve dağınıktı. "Ben gidiyorum." dedi Jungkook, bunu öyle alalede bir şekilde dile getiriyordu ki, senelerimizi bu evde geçirmiş hisssi veriyordu. "Tamam." demekle yetindim, gözlerimi çiseleyen yağmura çevirdim. Jungkook'un gitmek için hazırlandığını duyuyordum. Ona bakmak istiyor ama yapamıyordum, bir kez ona değen gözlerimi uzak tutamıyordum. Yorgun bir hâldeydim. Başım hafif ağrıyordu. "Portmantoda şapkam var, onu al." dedim, yağmur hızlanacak gibi duruyordu.

Kapının kapanma sesi bana geldiği anda bakışlarımı çevirdim, ona ait hiçbir şey kalmamıştı evde. Bir gün o evden ayrılacak ve ben her köşede ona ait izler görecektim. Geçmiş hakkında düşünmenin bana bir yararı olmadığının farkındaydım lakin engel olamıyordum. Çiseleyen yağmur hızlanmış, damlalar camı tamamen kaplamaya başlamıştı. Sıcak bir çay hazırlamak istiyordum ama yerimden kalkacak gücü kendimde bulamıyordum. Evin zilinin çalmasını beklemiyordum. Yağmur hızlanmış, cama vuruşu tok sesler çıkarıyordu. Terliklerimi giydim, kapıya ilerledim.

En yakın arkadaşımı ıslanmış bir durumda karşımda beklemiyordum.

Park Jimin üzerinde kaşe bir kaban ile dikiliyordu, sarı saçlarından sular omuzlarına dökülüyordu. "Merhaba." dedi Jimin, içeri girmek için izin istedi. Aramızdaki bu soğukluk içimin ürpermesine neden oluyordu. Onu evime davet ettim. Kabanını portmantoya, biraz önce Jungkook'un şişme montunun bulunduğu ve şu an boş olan askıya astım. Salona adımlarken gözlerini çevrede gezdiriyordu. Düşüncelerini bilmek istiyordum. Neden evime gelmişti? Benden bir şey mi isteyecekti? Onu özlemiş olmam hakkında düşünemeyecek, onu görmüş olmanın verdiği mutluluğu yaşayamayacak kadar karışıktı hislerim. "Bir şey içmek ister misin?" diye sordum onu, iki kişilik koyu renk koltuğuma oturdu. "Kahve isterdim ama senin evinde yoktur, çay olur." dedi, gülümsemeye çabalıyor olduğu belliydi.

he's in love' taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin