XXXI.

38 3 2
                                    


AHLAT

Gözlerimi duvarda duran saatten bir saniye bile ayırmadan Çağıl'ın gelmesini beklemeye devam ettim. Zar zor Çağan'ı ikna etmiştim. Gerçi Çağıl'a sormadan yanıma getireceğini sanmıyordum. Ama en sonunda buradan gideceğimi söylediğimden olsa gerek tatmin olmuş ve bize buluşma ayarlamıştı. Gidebilecek miydim bilmiyordum gerçi. Şu ana kadar ben kimseden gitmemiştim hep onlar benden gitmişti. Hüznün kıyılarında bir yaşamım olsa belki ben de boğulmaz, gitmeyi öğrenirdim.

Zil çaldı. Heyecanlanarak ayağa kalktım. Onu uzun zamandır görmeyi bekleyen kalbim bu zil sesi karşısında çırpınmaya başlamıştı bile. Kapıyı açtım. İlk önce görüş açıma Çağan girdi. Çağıl'a tıpatıp benzeyen suratı asıktı. Uzun zamandır aramız kötüydü zaten. Haklı olduğundan bir şey diyemedim. Oysa eskisi gibi olmayı ne kadar da çok isterdim.

Daha sonra ise Çağan'ın yanında Çağıl belirdi. Yani kirazım. Küçücük kalmış olan suratını gördüğümde boğazıma dizilen acıyı yok saymaya çalıştım. Yokluğumda kendisini harap etmişti. Çağan bana söylediği her şeyde haklıydı. Onu, bu hale ben getirmiştim. Ve şimdi bu konuşma her ne kadar onu zorlayacak olsa da bencil olduğumdan dolayı üzülmüyordum. Çünkü onu görmüştüm. Ölmeden önce belki de son kez görecektim onu. Bu karşılaşma ikimiz için zordu. Bunu kirazımın bakışlarından anlamıştım. Ama ikimizin de canının acıma sebepleri farklıydı.

Yorgun gözleri aynı zamanda umutsuzdu. Çağan'ın koluna sıkı sıkı sarıldı. Ondan güç almak ister gibi. Benimse hayalinden başka sarılabileceğim kimse yokken bunu yapması günah değil miydi? Çağıl'ın üzerindeki elbiseye kaydı bakışlarım. Mavi, çiçekli bir elbiseydi. Tanımıştım bu elbiseyi. Onun bana olan hislerini fark ettiğim ilk gün bunu giymişti. Sahi, nasıl anlamamıştım bakışlarından beni sevdiğini? Hale'ye olan sadakatimden mi fark etmemiştim yoksa kendimi hiç affedemeyişimden mi?

İçimi yakan soruların cevaplarından kaçmak ister gibi saklandım. İçimdeki küçük çığlık çığlığa ağlarken onu kucaklayan kimse kalmadığını fark ettim. Geçmişin ruhsuz pençesi dolamışken boynuma ölmeden önce son kez bakmak istedim ikisine de. Hale ile olan aşkım nasıl bambaşkaysa Çağıl ile olan dostluğum da bambaşkaydı. Hiçbir zaman ona umut vermemiştim. Ama aşkın gözü kördür. Her şeyi aşka çeker aşık olan kişi. Hatalıydım belki de. Savunmak istiyordum şu an kendimi. Çünkü beni savunacak kimse kalmamıştı. Annem gitmişti önce. Sonra Hale'm. En son Çağıl terk etmişti beni. Birer birer hayatımdan eksilen kadınlar beni savunmasız kılmıştı. Bencildim şimdi de. Benim de savunulmaya ihtiyacım olduğunu bağırmak istiyordum yüzlerine. Ben de insanım. Ben de çok acılar çektim. Ben mutlu değildim ki, sizi mutlu edeyim. Söylemeye kalksam çok söylenecek şeyim vardı. Ama dinlemek isteyen kimse yoktu. Sustum o yüzden ben de. İnsanlar beni bencil bilmeye devam etsin.

''Ne zaman gelmek istersen gel. Duymak istemiyorsan da gel. Boş ver. Sen üzülme yeter bana. Ben seni burada oturup bekleyeceğim. ''

Çağan eliyle merdivenleri gösterirken bu cümleleri sıralamıştı. Çağıl başını usulca sallayıp ona gülümsedi. İçimdeki ağlayan çocukluğum onların kardeşliğine dudağı bükük bakmaktan başka hiçbir şey yapamadı. Öksüzlüğüne bir yenisi daha eklendi. Ayrıldılar. Çağan bana sertçe bakıp gözlerini kaçırdı. Bir şey demedim. Ne diyebilirdim ki? Kapının ağzından çekilip Çağıl'ın içeri geçmesini bekledim. Çağıl tereddütte kalmış gibi bir bana bir de kardeşine baktı. Çağan sadece ona gösterdiği gülümsemesini bahşettiğinde ben bile istemsizce gülümsemiştim. Muhtaçtım çünkü. Onlara muhtaçtım. Suskunluğuma bu da eklendi. Çağıl, ayakkabıları çıkardı ve içeri girdi. Bu hareketi ile saçlarından dağılan kokusu burnuma doldu. Özlediğim kiraz kokusu yine yanı başımdaydı.

23.03.2019  (TEXTING)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin