Sabahın erken saatlerinde çatı katındaki odamın,büyük penceresinden sızan güneş ışınları uyanmam gerektiğinin sinyallerini veriyordu.Sağ tarafimda acı sesiyle inleyen çalar saat ve telefonumdan gelen cızırtılı ses beni,saatin yediye dayandığına ikna etmeye çalışıyordu.Fakat gözlerim bir mıknatısın farklı iki kutbu gibi sımsıkı yapışmıştı.Birbirine uykunun aşkıyla yapışmış bu gözlerin tek bir şeye ihtiyacı vardı.Sıcak yatağımdan istemeyerek de olsa kalktım,alarmları kapatmak ve gözlerimi soğuk suyun akışına bırakmak için.
Uykunun vermiş olduğu sersemlikle alarmları zor da olsa kapatmaya çalıştım.Bu işi başardıktan sonra gözlerimi ovalaya ovalaya adımlarımı odamın sonundaki
banyoya yönlendirdim.Kapı tokmağını yavaşça açtıktan sonra kendimi suyun akışına bıraktım.Soğuk suyu önce yüzüme,sonra da tutulmuş boynumla buluşturdum.Rahatlatıyordu insanı.Evet bir avuç suyun bende böyle bir etkisi vardı.
Yüzümü havluyla kurulduktan sonra gözlerimin açıldığından emin olup bakışlarımı karşımdaki büyük yüz aynasına çevirdim.
Saçlarım birbirine girmişti.Gözlerim hafifçe şişmişti.Dudaklarım kuruluğun etkisiyle çatlamıştı.Yüzüm tarladaki en parlak limon gibi sapsarıydı.Gözlerimi küçük bir çocuk gibi devirdim. Havluyu yerine astıktan sonra dağınıklıktan savaş meydanına dönmüş boğuk odaya tekrar giriş yaptım.Mini buzdolabından soğuk suyumu alıp beni bu odada en rahatlatan yere oturdum.Pencerenin önündeki geniş mermere.Dışarısı yavaşça canlanmaya başlamıştı. Suyumdan bir yudum alıp bu güzelliği seyretmeye başladım.
Hafif esintili rüzgar camın önüne kadar uzanan dallarını okşuyordu ağaçların.Yeryüzüne düşen yağmur damlaları arabaların üzerine ufak ama anlamlı izler bırakıyordu.Derinliklere uzanan o çarşaf gibi mavilik,insanların üzerine atlıyordu küçük damlalarıyla.Uykunun mahmurluğunu üzerinden atamamış insanlar kabanlarını siper ediyordu dondurucu soğuğa.Köşede simit satan yaşlı adam bu kirli havayla sigarasının dumanını buluşturuyordu.Ben ise bu anlamsız soğuğu yabancı gözlerle izleyip,beynimde bugün yeni bir okula başlamanın acısını yaşıyordum.
Okullar iki ay önce açılmıştı fakat sözde annem olacak o kadının bana sormadan okulumu değiştirmesi yüzünden bugün başlayacaktım.
Normalde olsa inadımdan gitmezdim.Ancak koca bir seneyi böyle bir aptallıkla yok edemezdim.
Gideceğim bir özel okuldu.Basit bir devlet okulundan,şatafatlı bir kolejin kollarına atlamanın verdiği rahatlık bana batsada,gitmek zorundaydım.
Tamam özel okula gidebilecek kadar zengindik,hemde fazlasıyla zengin.Ama şuana kadar bütün
yaptırımları benim inadımın önüne geçememişti.Çocukluğumdan bu yana devlet okullarında büyümüştüm.Tek başıma,kimseye muhtaç olmadan.Zaten kimsem de yoktu.Sarılabileceğim,kokusunu aldıkça rahatlayabileceğim,kafamı omzuna dayandığımda korkmadan gözlerimi yumabileceğim güçlü bir limanım yoktu.Ben tektim ve tüm kılıçlar bana çekilmiş bir biçimdeydi.
Yaşlandıkça torunlarıma anlatabileceğim bir hayatım yoktu.Televizyonda izlediğim anne ve babasının kucağına atlayan çocukları görünce gülümseyen biri değildim.Dondurması düştü diye babasına ağlayan,annesine ısrar edip yeni bir dondurma aldıran bir çocuk gibi büyümemiştim.
Siyahlığın derinliklerinde kaybolan bu acımasız hayatın bir açıklaması olamazdı.Çünkü dondurması düştü diye annesine yeni bir dondurma aldırabilen bir çocuğun şansına sahip olsam bile,babasına ağlayan küçük bir kız çocuğu görünümüne bürünemezdim.Hele ki babasının gözlerinin önünde ölmesini sağlayan bir anneye sahipken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜMLE RANDEVU
ChickLitYeni doğmuş bir güneş ve ona eşlik eden nazlı yağmur damlaları.Hayattan umudu kesmiş bir kız ve yanında onun sahibi olmayı hedefleyen kötü bir adam.Oturmuşlar,yağmur damlalarının azizliğiyle hafifçe ıslanmış yere.Kız ağlıyor,adam...adam duygularını...