Doğan, hayatının bir yardım çığlığıyla değişeceğine inanmazdı. Yaşamı boyunca birilerinden defalarca kez yardım beklemiş olan Doğan her zaman eli boş bir şekilde kaldığından bu inancını kaybetmişti. Kendi sorunlarıyla başa çıkabilmeyi çok erken yaşlarda öğrenmesi gerekmişti.
Yaşamı kendini bildiği andan itibaren kolay olmamıştı. Hiçbir zaman sıradan insanlarla aynı özgürlüğe, aynı rahatlığa sahip olamamıştı. Onların sorun olarak gördüğü ne varsa onun için lütuf gibi bir şeydi. İçinde bulunduğu dünya onun için fazlasıyla korkutucuydu. Bir de üstüne ona güç veren yegâne kişileri de kaybettiğinde her şey onun için dayanılmaz bir boyuta dönmüştü.
Tüm bunlara rağmen ayakta kalmak için direnmiş, kendine yaşamak için nedenler arayıp durmuştu. Ama o gece tutunduğu tüm dalar elinde kalmış ve sona geldiğine inandırmıştı onu. Yıllarca bir hayal olarak nitelendirdiği, kendini bu yönde inandırdığı görüler aniden gerçeğe döndüğünde içinde bulunduğu duygunun tarifi yoktu.
Korkuyla sonunu beklerken ağzından aniden dökülen feryatlar ona bir kurtarıcıyı getirmişti. Başta bir kurtarıcı olduğuna inanamasa da onu karanlık dünyasından alıp götürdüğünde emin olmuştu.
Oysa izlediği filmlerde, okuduğu kitaplarda kurtarıcılar hep erkek olarak tasvir edilirdi. Ancak her şeyde olduğu gibi onun dünyasında bu da tam tersine dönmüştü. Yardım bekleyen bir adam ve onu kurtaran bir melek. Kulağa oldukça hayali geliyor olabilirdi ama gerçek tam da buydu. Azra onun koruyucu meleği oluvermişti.
Elbette, kendisi onun bildiği melek kavramına da pek uyuyor değildi. Fazlasıyla asi, fazlasıyla kibirli ve öfkeliydi. Ama bu bile ondaki güzelliği gölgeleyemiyordu. Ona sorsa asla bunu kabul etmez, hatta böyle düşündüğü için onu azarlaya bilirdi. Güzel olduğu için iltifat duymak ona göre değildi. Onun için önemli olan tek şey yaptığı işiydi.
Başta bu biraz garip görünse de onu tanıdıkça anlamak zor olmamıştı. Yan yana bir ay geçirmek hakkındaki tüm düşüncelerinin yönünü değiştirmişti. Belki çok normal bir hayatı olmamıştı ama hiçbir kızla konuşmak için onunla konuşmaya harcadığı enerjiyi de harcaması gerekmemişti. İşine olan tutkusu her şeyi gölgeliyordu. Haliyle biriyle sağlıklı iletişim kurmasını da elbette. Fakat yine de onu kötü göstermiyordu. Ya da bana kötü gelmiyordu.
Her seferinde ona yakınlaşma çabası olumsuzlukla sonuçlansa da gün içinde sarf ettikleri birkaç kelime bile kendisini mutlu etmeye başladığını fark etmesi kısa sürmüştü. O kelimelerin de büyük bir kısmı azarlamalardan oluşsa da fark eden bir şey yoktu.
Yine onunla konuşabilmek adına çalışma odasına gittiğinde, her zaman olduğu gibi onu durdurmayı başaramamıştı. Onun yerine daha öncesinde yaptığı gibi kenarda oturarak izlemeye başladı. Bir süre onu izleyince insanın büyülenmemesine olanak yoktu. Her ne kadar tavırları bir kadının zarafetini taşımıyor olsa da kendince bir cazibesi vardı onun. Ya da Doğan'a öyle geliyordu.
Azra ile tanışana kadar ona biri ideal kadın tipini sorsa Azra'nın tam tersini söylerdi. Nazik, kibar, biraz savunmasız ve utangaç... Yani onun idare edebileceği biri. Şimdi Azra'yı tanıdıkça anlamsız bir şekilde ona doğru çekilirken buluyordu kendini. Bir nevi Stockholm sendromu da denilebilirdi buna. Ama ne Azra suçluydu ne de Doğan onun esiriydi. Azra onun hayatta kalma nedeniyken, Doğan ise onun korumasına muhtaç kişiydi. Nerden bakarsa baksın ona bağlanıvermişti.
Artık öğrendiği hiçbir şey onu korkutmuyordu. Ne anlatılan o iblis masalları ne de onu isteme nedenlerini umursuyordu. Yanında onun olduğunu bildiği her dakika huzurluydu. Azra ondan uzak duruyor olsa da yine ona koşmaya devam ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖKLER KILICI
FantasyTürkiye sınırları içinde her asil ve ikinci derece melek asiller, onlara melez diyordu. Diğer adıyla Nefil. Melek ve insanların birleşmesinden ortaya çıkan bir ırk. Özeldiler ama meleklerin yanında melez olduklarını kabullenmek zorundaydılar. Onlar...