Ne demek istediğini hiç kimse anlamamıştı. Boş gözlerle etrafına bakınıyorlardı. Değil yakınlarda ev bir kulübe bile yoktu. "Azra" dedi Onur bir adım öne çıkarken. Ona birkaç adım kala durdu. "Seni üzmek istemem ama burada bir ev yok" dedi. O kadar emin konuşmuştu ki Azra gülerken buldu kendini.
"Öyle mi diyorsun?" dedi ve kapıya geri döndü. Elini kapı kulpu olması gereken yere koyduktan sonra kapıya biraz güç uyguladı. Kapı arkaya doğru açılırken içerinin karanlığı dışarıya yansımıştı.
Şaşkınlıkla boşluğa bakıyorlardı. Ağaçların arasında bir parça karanlığa açılmış gibiydi. "Bu nasıl mümkün olabilir?" diye sordu Eylül. Onur'u geçmek istedi ama görmediği bir basamağa takıldı ayağı.
"Orada üç basamak var." Sonra bunun işe yaramayacağını anlayıp basamaklardan indi. Önce Eylül'ü yukarıya çıkmasına yadım etti. Ardından Doğan'ın çıkmasını sağladı. En son Onur onun tutuşuyla basamaklardan yukarıya çıktı.
Onlar aralık kapıya merakla bakınırken valizleri yukarı taşıdı. İlk kendisi girmesi gerektiğini o zaman fark etti. Valizini peşinden sürükleyerek içeriye girdi. İçerisi güneş ışınlarına henüz maruz kalmadığı için karanlıktı. Köşede birkaç mum dikkatini çekti. Yanında duran kaç yıldan kalma olduğu belli olmayan kibrite benzeyen çubuklarla yakmaya çalıştı. Üçlü hala kapının girişinde dikiliyordu.
İçeriye belli belirsiz gün ışığı giriyordu. Hala belirsiz bir alandı. Sonunda kibritlerin nasıl kullanılacağını keşfetti ve mumları tek tek tutuşturdu. Ardından içeride tutuşturulacak daha fazla mum olduğunu fark etti.
"Biriniz kapıyı kapatsın" dedi yakmak için sonraki muma uzanırken.
Onur en çabuk adapte olan kişiydi. Kapıyı kapattığında içerisi şimdi sadece gün ışığında aydınlanıyordu.
Çok bir şey yoktu. Ahşap duvarlar bomboştu. Hiç ir teknolojik alet yer almıyordu. Köşede yünlerden yapılma koltuğa benzer sedirler yapılmıştı. Halı yoktu ya da bir masa. Ama bir şömine vardı. En son ne zaman yandığı belirsizdi.
Yukarıya çıkan bir merdiven vardı. Ancak kime üst kata çıkmaya yeltenmedi." Artık burada ne olduğunu anlatacak mısın?" diye sordu Doğan. Tamam onlar ile tanıştı andan beri birçok olağanüstü şeylere şahit olmuştu ama bu hepsinden fazlaydı. Dışarıdan bakılınca görünmeyen bir ev. Ancak o evi Azra'nın görebildiği detayı yeni fark etmişti. "Sen burayı görüyor gibiydin."
Azra bunu fark edenin Doğan olmasına şaşırmamıştı. "Önce otursanız" dedi. Ona şüpheyle baktılar ama itiraz da etmediler. Yün postun üzerine oturduklarında bir toz bulutu havaya kalkmıştı. Elleriyle tozları dağıtmaya çalışsalar da başarılı olamamışlardı. O yüzden vazgeçmişlerdi.
Derin bir nefes aldı. Onun için hayatlarını hiçe sayan arkadaşlarından böylesi bir bilgiyi saklayamazdı. Doğan'ın da neden böyle davrandığını öğrenmesi gerekiyordu. Böylece sürekli onu suçlamazdı.
Yüzünde hissettiği saçları geriye itti. Ellerini beline koydu. Ardından rahat edemedi ve göğsünde birleştirdi. Olmayacağına karar verince iki yanında serbest bıraktı. "Hadi anlat" dedi Eylül sabırsızca.
Keşke onun söylediği kadar kolay olsaydı. Her şeyi anlattıktan sonra nasıl tepki verecekleri düşüncesi onu endişelendiriyordu. Kardeşi, bir meleğin reenkarnasyonu olduğunu duyduğunda ne hissedecekti? Yine kardeşi olarak görecek miydi? O sevimli halleriyle onu sevecek, onu çekilmez tavırlarıyla yine delirtecek miydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖKLER KILICI
FantezieTürkiye sınırları içinde her asil ve ikinci derece melek asiller, onlara melez diyordu. Diğer adıyla Nefil. Melek ve insanların birleşmesinden ortaya çıkan bir ırk. Özeldiler ama meleklerin yanında melez olduklarını kabullenmek zorundaydılar. Onlar...