Bölüm 21

71 9 0
                                    


Yatağın köşesinde oturmuş kapının girişinde hazırlanmış valize bakıyordu. Tüm anılarını onun içine sığdırabilmek ne de iyi olurdu. Buraya geldiği ilk günü hatırladı. Şu kapıdan ilk girişini, bu odaya yorgun argın gelip yatağa düşmesiyle uyumalarını, öfkesini dolaptan çıkardığı anları, Onur ile girdiği münakaşaları...

Bu odanın her köşesinde ona ait anılar vardı. Şimdi gidiyordu. Zordu evet ama bazen büyük amaçlar için fedakârlık yapmak gerekiyordu. Eğer tanrı ona daha doğrusu Abel'e ikinci bir şans verdiyse bir nedeni olmalıydı. Bunu görmezden gelirse ona öğretilenlere inançlarına hakaret sayılırdı.

Güçlü olmalıydı. Sorunların üzerine gitmeliydi. Toparlanırken bunu düşünüp durdu. Buradan çıktıkları an av olacaklardı. Doğan'ı korumak ve neler olduğunu öğrenmek istiyorsa güvenli bir yer bulması gerekiyordu. Ve bunu Azra yapamazdı. Abel'in anılarına ihtiyacı vardı.

Düşünüp durmuş, dayanılmaz baş ağrıları arasında işe yaracak bir şeyler aramıştı. Abel'in zamanının üzerinden yüzyıl geçmişti. Bu nedenle onun hatırladığı yerler artık yoktu. Onun gücünü kullanması gerekecekti.

Hala bunu nasıl yapacağını bilmiyor olsa da denemek zorundaydı.

Ayağa kalktı. Komodinin üzerinde duran kolyeye kaydı gözleri. Doğan'ın ona verdiği ama koparıp fırlattığı kolye. Burada oturup Abel'in anılarını incelemeye çalışırken onu şaşırtan bir detay fark etmişti. Abel bir sorgu meleğiydi. Onun gücü buydu. İstediği soruların yanıtını vermeye zorlardı seni. Ve bu kolye yani lotus çiçeği Abel'in sembolüydü.

Bunu biliyor olamazdı. Bir tesadüf olarak düşünmüştü ama yine de garip bir tesadüftü. Kolyeyi alıp ceketinin cebine koydu. Ardından valizini alarak Doğan'ın odasına doğru ilerledi. Onur, Doğan'ın yanındaydı. İkisinin de yüzünden düşen bin parçaydı. Doğan'ın gönderileceğini mi duymuşlardı merak ediyordu.

Doğan pencereden dışarıya bakıyordu. Ayın parlaklığı tüm geceyi kuşatmıştı. Olduğu yerinden bile ayın gülen yüzünü görebiliyordu. Valizi kapının girişinde bıraktı. Onur da ayağa kalkmıştı. Önce valize ardından Azra'ya baktı.

"Bu neyin nesi?"

Azra omuzunun üzerinden valize baktı. Sonra da ifadesiz bir yüzle Doğan'a döndü. "Gidiyoruz." Dedi.

Geldiğinden beri sessiz olan Doğan bu cümle ile gülümsedi. Ancak bu o mutlu olduğu zamanlarda olduğu gibi gözlerine yansıyan bir gülümseme değildi. Daha çok kışın ortasında ormanda yürüme aptallığı yaparken yolunu kaybettiğinde donarak ölmeden önce hissettiğin o sıcaklığa karşı gülümse ile aynıydı. Azra yüzüne vuran soğuğu hissetmişti. Bunu fark etmemiş gibi davranmaya çalıştı.

"Ne o? Seni bekçi mi koydular başıma?"

Elleri cebinde, yüz hatları sert ama gülümseyen bir ifadesi vardı. Onun ilk tanıdıkları zamanlarda olduğu gibi saf ve anlayışlı haline dönmesini isterken buldu kendini. Tamam bu hali daha iyiydi. En azından o kadar kırılgan durmuyordu ama o hali işini daha kolaylaştırırdı.

"Sence buradan göndermek istedikleri birini o kadar önemsiyor olabilirler mi?" diye yapıştırdı cevabı. Tamam ona hak veriyordu. Öfkesinde, kendisine olan kızgınlığında sonuna kadar haklıydı ama şu an bunun zamanı değildi.

Başıyla valizi işaret etti. "Onlar ne peki? Atılacak çöpler mi? Beni yollarken onları da mı aradan çıkarmayı düşündün?"

Ama bu fazlaydı. "Saçmalamayı kez. Evet sen gidiyorsun ama yalnız değil."

GÖKLER KILICIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin