onuncu bölüm
Beomgyu zihninin açıldığını hissederken Taehyun çoktan uyanmış ve göğsünün üzerinde yatan çocuğu uyandırmadan izlemeye çalışıyordu. Etrafları bitmiş içki şişeleriyle doluydu.
Sabahın erken saatleri olduğundan gürültü de yoktu henüz. Beomgyu'yu uyandırmamaya çalışarak başını kumların üstüne bıraktı. Dün yaşananlar gözlerinin önüne geldiğinde tekrar dönüp uzun saçlı prense baktı.
Nasıl davranması gerektiğini ya da bundan sonra aralarının nasıl olacağını kestiremeyecek bir haldeydi. Oysaki Taehyun her zaman her şeyde fikir sahibi olan bir insandı. Kafasını allak bullak eden bu prens saçlarını çekme hissi uyandırıyordu kendisinde.
Bir süre olduğu yerde oturdu ve denizin sakin dalgalarını dinledi. En mantıklı olan hiçbir şey olmamış gibi davranmaktı. Dün verdiği sözleri unuttu. Sanki hatırlamıyormuş gibi yapacaktı. Dün Beomgyu'nun ağzının içini ezberleyen de o değilmiş gibi.
Kendine birkaç küfür savurdu ve ayaklandı. Üstünü çırpıp Beomgyu'yu dürttü. Beomgyu onu bekletmeden gözlerini aralamış ve kendisine yukardan bakan oğlana bakmıştı.
"Günaydın."
"Günaydın Taehyun." diyip doğruldu ve boynunu tuttu. Boynu çok fena tutulmuş ve acıyordu. Denizden kendisine doğru parlayan güneş ışığıyla saati kestirmeye çalıştı ama yapamadı. Kalkıp üstünü düzeltti ve Taehyun'un karşısına dikildi.
Gri saçlı prens ona bakmadan "Saraya gidelim hadi." demişti. Taehyun garip bir şekilde Beomgyu'ya soğuk davranmaya başlamıştı ve bu Beomgyu'nun gözünden kaçmamıştı. Yine de üstüne düşmek istemedi.
"Gidelim, Soobin hyung meraktan patlamıştır." Beomgyu aralarındaki sert sessizliği kadifemsi sesi ile yumuşatmaya çalışıyordu. Oğlanın dün kendisini yercesine öpmesine de anlam verememişti, şimdi de soğuk yapmasına anlam veremiyordu. Hoşuna gitmemiş miydi yoksa öpüşmek? Beomgyu bu düşünceyi kendine dert ederek dört atın çektiği arabaya bindi.
Araba yolu yarıladığında Taehyun suskunluğunu sonunda bozmuştu "Tekrar fiziksel eğitimlere başlayacağız." Beomgyu omuz silkmekle yetindi. Ne diyebilirdi ki? Bu topraklar içerisinde patron Taehyundu.
Araba büyük duvarlı, korumalarla kaplı saraya yaklaşınca yavaşlamaya başladı. Beomgyu üzerindeki siyah pelerini çıkartıp karşısındaki boş koltuğa bıraktı.
Arabanın durması ile -birinin onun için kapıyı açmasını beklemeden- dışarıya attı kendini. Soobin onu bekliyordu. Prensini iyi gören Soobin rahat bir nefes alıp mavi gözlerini prensinin kumlu saçlarında gezdirdi. "Günaydın prensim! Sahilde mi uyudunuz?" kendisiyle saygı ekleriyle konuşan hyungu Beomgyuyu sinir etmişti.
"Hyung!" Soobin ona gülmüş ve kolunu omzuna atıp kendine çekmişti. "Neden sahilde uyudun?" kısık sesle konuşmuştu.
"Taehyun içmeyi teklif etti, ben de kabul ettim. Bu kadar." diyip kendini büyücüsünün kolundan kurtardı Beomgyu. Hızlıca yürüyüp odasına ilerlemeye başladı. Hyungu imada bulunacağından nerdeyse kaçarcasına adımlar atıyordu fakat bu büyücüden kaçamazdı.
Odasına girip kafasındaki kumları umursamadan kendisini yatağına attı. Buraya geldiğinden beri çok şey yaşamış ve öğrenmişti. Kılıçla birinin canını yakmayı, halkın gerçek yüzünü, ülkelerinin aslında masum olmadığını, öpüşmeyi. Sahi ilk öpücüğünü vermişti dün.
İlk öpücüğünü verirken kendini birçok kez hayal etmişti ama hiçbiri bu şekilde değildi. "Lanet olsun." sesi boş odada yankılandı. O kadar sorunu varken kafasında dolaşan tek şey gri saçlının öpüşmeyi sevip sevmemesiydi.