34.BÖLÜM

1K 103 36
                                    

34.BÖLÜM

"Gözlerim puslu, hasret kaldım vuslata..."

Çağla, gözyaşlarına hakim olamıyordu. Saatler geçiyor ama içeriden tek bir iyi haber gelmiyordu. İki gün olmuştu. Koskoca iki gün geçmiş ama Peyami Beyden tek olumlu bir tepki gelmemişti. Yoğun bakımda cansız, fersiz, sessiz öylece yatarken durumu halen ciddiyetini koruyordu. Kritik zamanlar bitip tükenmek bilmezken dakikalar Çağla'nın ömrüne vicdanıyla ıstırap çektiriyordu. Yorgun, uykusuz ve bitkindi. O gece, kendi mezarının başında yok olmayı dilemişti. Sebep olduğu acıların aileleri böylesi bir yıkıma sürükleyeceğini tahmin edememişti. Onun hedefinde sadece kendi geleceğini elinden acımasızca alanlar vardı. Ne Türker'in ailesi ne de Rüzgâr'ın ailesini böylesine kederli bir duruma sürüklemek, onların canını yakmak istememişti. Büyük bir hüsranın içinde kıvranan genç kız yüzünü okşarcasına silip geçen rüzgârın etkisiyle bedeninin titrediğini hissetti. Vücuduna kollarına saran genç kız kimsenin gözüne gözükmek istemediği için hastanenin önündeki bankta daha da küçülürken üşümesini bir nebze olsun azaltmak istiyordu. Ne karanlığın zifiri tonu, ne de rüzgârın serinleten esintisi hiçbir şeye aldıracak gücü yoktu. Bankta ayaklarını karnına doğru çekerek oturmuş, bacaklarına doladığı kollarının üzerine başını yerleştirmişti. İki gündür ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüştü. Gözlerini kapatıp gecenin sessizliği içinde tamamen varlığının yok olmasını, hiç kimsenin ona ulaşamamasını dilemişti. Ama bu dileğinin gerçekleşme ihtimalinin dahi olmadığını hatırlatan bir çift el omuzlarına ince bir ceketi yerleştirmişti. Omuzlarında hissettiği kıyafetin varlığı korku ve endişe ile birden irkilmesine sebep oldu. Kız oturuşunu düzeltip ardındaki kişinin varlığını gördüğünde derin bir nefes bıraktı. Karşısındaki gözlerinin irisleri parlayan Rüzgâr'dan başkası değildi. O gece hastaneye Peyami Beyi getirdiklerinde babasından haber alan Rüzgâr onları bekliyordu. Çağla hıçkırıklara boğularak adamın kollarında dakikalarca ağlamıştı. Rüzgâr çok öfkeli olmasına rağmen onun korkusunu, endişesini tedirginliğini silip atmak adına dokunuşları ile onu sakinleştirmeye çalıştı. Ama ağzından o gece ve sonrasında tek bir kelime dahi çıkmamıştı. İlk defa böylesine canı yanan adam, Çağla'nın herkesi ve her şeyi bırakarak gitme isteğini babasından öğrenmişti. İşte bu onun kelimelerini yutmasına, cümleleri kuramamasına sebep olmuştu. Ruhu ayazlar içinde kalmış, konuşma yetisini kaybetmiş gibiydi. İki gündür Çağla'nın nefesi kadar yakınında ama bir o kadar da fersah fersah ona uzaktı.

Çağla, Rüzgâr'ın yine konuşmayacağını anladığı an bakışlarını ondan kaçırdı. Rüzgâr yine tek bir kelime dahi etmeden kızın yanına usulca oturdu. Birbirine deli divane olan iki yüreğin şimdi arasında soğuk sert rüzgârlar esmeye başlamıştı. Cefakeş mesafelere mahkûm olmuş gibiydi nefesleri. Göğüs kafesinin içinde kabuk bağlayan yaraları darbe almıştı. Kurşun gibi ağır bir maziye sahiplerdi. Alt edebiliriz sandıkları birçok şeyin altında ezilip gitmişlerdi. Çağla iki gündür kendisi ile konuşmayan adamın mahrum kaldığı sesine delicesine hasretlik çekerken daha fazla bu duruma tahammül edemeyeceğini anlamıştı.

"Neden geldin? Niye buradasın? Niçin hala yanımdasın Rüzgâr?" Aldığı her nefes kahırla semaya yükseliyordu. Adamın sessizliği giderek asabını bozuyordu.

"Allah kahretsin!" diyerek omuzlarında bulunan ceketi bir hışımla çekerek ayağa kalktı ve yere fırlattı. Onun bu çıkışı adamın kaşlarının çatılmasına, yüz hatlarındaki gerginliğin artmasına sebep oldu.

"Madem konuşmayacaksın, kızmayıp bana bağırmayacaksan neden buradasın? Bana daha fazla acı çektirmek için mi? Görmüyor musun? Zaten kötüyüm, sessizce yanıma gelip tek kelime etmeden beni daha fazla perişan etmek için mi buradasın?"

Geriye Dönüş* TAMAMLANDIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin