Beni göremeyince onu terk ettiğimi düşünmüş olmalıydı. Üstelik sahip olduğu tek şey olan hançeriyle birlikte. Tam bir aptaldım ! Ya da daha kötüsü muhafızlar onu bulmuş ve götürmüştü. Kesinlikle ilkini tercih ederdim.Kötü düşünceleri uzaklaştırıp hangi yöne gitmiş olabileceğini anlamaya çalışarak etrafıma bakındım ancak en ufak bir ize bile rastlayamadım. Tamamen yalnızdım ve ne yapmam gerektiğini kestiremiyordum.
Evime dönmeyi istesem de öyle bir yerin var olup olmadığını dahi bilmiyordum. Hapishaneden nasıl kurtulacağımı düşünmüştüm belki ama kurtulduktan sonra ne yapacağımı hiç düşünmemiştim. Önümde duran taşlardan birine öfkeyle vurduğumda havalanarak tekrar yere çarpmıştı.
Taşı izlerken aklıma gelen şeyle koşmaya başladım. Kunst dün yol boyunca kuzeydoğu yönüne gitmemiz gerektiğini söyleyip durmuştu. Belki de yine o doğrultuda devam etmişti. Karşıma ne çıkacağı konusunda şüphelerim olsa da güneşin yardımıyla yönü tayin etmeye çalışarak devam ettim. Çok ilerlemiş olmazdı değil mi ? Aramızda en fazla on - on beş dakika olabilirdi. Belirli tempoyla koşarken her yöne bakınıyor tanıdığım tek insanı arıyordum.
Tüm hızımla koşmaya devam ederken her ihtimale karşı adımları dengeli ve sadece toprak olan yerlerde tutmaya özen gösteriyor, sessizce ilerliyordum.
Ne kadar koştuğumu kestiremesem de ağaçlık alan bitmeseydi devam edeceğimi biliyordum. Soluklanırken bakışlarımı da durduğum yerden ufacık görünen şehire çevirmiştim.
Sıra sıra ve karmaşık bir düzen içinde dizilen evlerin bazılarının bacalarından tüten dumanlar gökyüzüne yükselirken, is kokusunu buradan bile hissedebiliyor gibiydim. İnsanların o gürültülü kalabalığın çıkardığı sesler kulaklarımda yankılanıyordu sanki.
Gözlerim önümdeki geniş ovayı tarasa da hiç kimseyi görememiştim. Hatta hiçbir hareket yakalayamamıştım. Eğer bu taraftan gitmiş olsa şu an görüş alanımda olması gerekirdi. Ama değildi.
Omuzlarım yenilgiyle düşerken şimdi ne halt edeceğimi düşünmeye başlamıştım. Bir insan hiçbir şey bilmez, hatırlamazken ne yapardı ?
Belki o hatırlayamadıklarının , puslu geçmişinin izini sürerdi. Belki de yeni bir sayfa açar geçmişini bir kenara bırakırdı. O sayfayı nasıl açacağım konusu karmakarışık olabilirdi ama burada amaçsızca dikilerek açamayacağım belliydi.
Geri dönüp ormana girme kararı aldım. Bu sefer yan taraftan hem şehri gözden kaçırmayacağım hem de saklanabileceğim şekilde yürümeye devam etmiştim.
Şehire inmeli ve bu kıyafetlerden kurtulmalıydım. Belki bir iş bulur çalışmaya başlardım. Ya da geçmişime dair ipuçlarının peşinden giderdim. Hâlâ karar verememiştim.
Dalgın dalgın yürümeye devam ederken kör noktamdan gelen ani hareket beni afallatmıştı. Eller boynuma sımsıkı dolanmış şekilde vücudumu ağaca doğru yasladı. Beni tutan kişiyle göz göze geldiğimizde yüzündeki tehlikeli ifade dağılmış hızla uzaklaşmıştı.
Boğazımdaki sızıdan öksürerek kurtulmaya çalışırken " Beni gördüğüne sevinmedin mi yoksa ? " dedim.
Yüz ifadesi kesinlikle sevinç içermiyordu. Daha çok kafa karışıklığıydı. Tuniğimin iç kısmındaki hançeri çıkarıp ona uzatmıştım. "Bende sana ait olan bir şey var. "
Hareket etmezken taşıdığı anlamı çözemediğim gözleri beni süzüyordu." Gittiğini sanmıştım. "
Şaşkın bir şekilde söylediği şeyle " Gitmedim sadece yiyecek aramaya çıkmıştım. Yani asıl giden sendin ," dedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sır ve Mühür
FantasyZıtların birliğiyle örülmüş , sırlar ve bilinmeyenlerle dolu bir hikaye... "Hiçbir şey göründüğü kadarından ibaret değil." Sadakat ve ihanet , zafer ve yenilgi , sevgi ve nefret... Biri olmadan diğeri de var olamazdı. Bir madalyonun iki ters yüzü...