Bölüm 1: Kayıp

48.6K 1.5K 92
                                    

Günlerdir boşluktaymışım gibi hissediyordum ve bu gidişatın çevremdekileri telaşlandırdığını biliyordum. Kimseyle konuşmaktan kaçmıyordum; çünkü konuşmalar beşer cümlelerden daha uzun bir hal almıyordu. Bazen bırakıyordum, kelimeler sahiplerine geri dönüyordu, ayna karşısında monolog havasında. Sırf bu davranışım kabalık olarak algılanmasın diye son zamanların yeni modası, oda kızı modumdu. Odamı seviyordum, fotoğraflarla dolu ve soluk sarı renginin ara ara gözüktüğü duvarlarını, çalışma masasını atıp yerine aldığım üçüncü kütüphanenin tıka basa doldurduğum defterlerle kaplanmış olmasını ve bu raflarda bakışlarımla kaybolmayı bile seviyordum. Açıkçası, kabul ediyorum, ilk bakışta biraz ilginçti çünkü üç, koca, yan yana duran kitaplığa, kütüphane demek çok mantıklı değildi ve yine çünkü, orada sıralar boyu ciltlenmiş kitap kalınlığındaki defterlerin tek yazarı bendim. Daha tuhaf olanı, oradaki her bir defterin her bir satırı, işlenmiş ve saklanmaya hazır hale getirilmiş başka bir Sesil'di. Yani evet, yine bendim. Bu ise odamla ilgili anlatmayı sevdiğim başka bir detaydı, daha doğrusu bunu böyle anlattığımda insanların yüz mimiklerinden aldığım geri dönüş, belki de içinde bulunduğum hayatı yaşanılmaya değer kılan en keyifli parçalardı. Sonrası hep şöyle gelişirdi:

"Anlamayacak bir şey yok ve muhtemelen şu an düşündüğün kadar megaloman biri de değilim. Şöyle hayal et, odanda otururken karşında başka bir sen, unutmamak istediğin her bir anını ve bu her bir anının, iyi-kötü, sana hissettirdiklerini, unutmamayı görev bilerek, sana hatırlatmak üzere her daim orada oturuyor."

Bu cümle çoğu zaman durumu kurtarırdı fakat her nedense(!) aynı zamanda bu, beni tanıyan kişilerin aklında her zaman benim adımla birlikte hatırladıkları küçük bir anekdot olarak kalırdı.

Pazar günü dinginliğinin getirdiği huzurun yanı sıra odama yarısı açık panjurlar sayesinde ışık huzmeleri şeklinde düşen akşam güneşine gözüm takıldı. Pazar gününün bir rengi olacaksa o da bu olmalıydı, ılık ve sıcak. Daha sonra bu huzmelerin içerisinde dans eden toz parçacıklarını bir süre izledim, gözüm başucumda yaklaşık on beş gündür duran henüz bitmediği için ciltlenmemiş ve kütüphanede yerini almamış deftere takıldı. İstemsiz olarak nefesimi tuttum ve midem kasıldı. Tüm o sessizliğim, gözlerimi kaçırışlarım, odaya kapanışlarım, kendimi soyutlamalarım, eksiltmelerim, içim ve dışım... Kendimi bilinçsiz olarak boğmaya izin vermeyen bedenim sayesinde tekrar nefes almaya başladım. Uzanıp elimi deftere attım. Yazılı sayfaları hızlıca geçip ortalarda bir yerlerde, ilk alındığı günkü gibi parlayan ilk boş sayfada durdum. Bu sayfanın ardında bunun gibi gelip geçen üç sayfa daha vardı, ardından minik fakat asla birbirinin üzerine çıkmayacak kadar mesafeli cümlelerim tekrar başlıyordu.

Hayatımın, toplamda dört sayfalık ve unutmaman gereken bir anısını kaybetmiştim. Neden dört sayfa ayırmıştım? Neden önemli olduğunu düşünüp o sayfaların başına, sadece gerçekten önemli anılarımın başına koyduğum yıldız işaretini yerleştirmiştim? Daha önemlisi, neden o kısmı dolduramamam aynen o defterde olduğu gibi benim içimde de çizgisiz, dümdüz bir boşluk yaratıyordu? Üç koca kitaplığın raflarına gömülü, sekiz yaşından bu yana aksatmadan tuttuğum yüz yirmi tane kadar anı defterinin, tek ve o güne kadar ilk hatırlanamayan anısının yerinin, o boş dört sayfa olmasıyla tabi ki yakından ilgisi vardı ama ben bunun takıntılı bir durum olmadığını kabullenebilmek için kendi içimde daha büyük ikna savaşları veriyordum.

İkinci boş sayfadan çıkan ve hatırlayamadığım o anla alakalı olan her şeyi yazdığım küçük not kâğıdını baştan okudum.

"Ahşap kuş kafesi.
Sabaha karşı şehir manzarası
Keskin ve tiz bir kahkaha sesi
Boş süs havuzu
Flaş ya da araba farı (?)
Çamur
Çantadan çıkan büyük güneş gözlüğü
Yasemin kokusu"

SinesteziHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin