Çalışma masamın üzerindeki soru bankalarına bakarken istediğim bölümü, üniversiteye giriş sınavı sonucunda tutturamazsam bir diğer sınava hazırlık senesine katlanamayacağımı düşünüyordum. Her şeyin bu kadar boğucu olduğu başka bir sene daha yaşamamıştım ve nedense henüz reşit olduğum bu sene zarfına kadar olan diğer tüm seneler çok hızlı geçmişti. O zaman karar vermiştim ki yaşadığımız zor zamanları diğerlerine göre çekilmez ve daha uzun kılan şey, bitmesini her zamankinden çok istememizdi.
Camdan gelen hafif bir 'tık' sesiyle dikkatim dağıldı. Bu, duyduğum sesin düşüncelerim arasından sızıp gelen bir yanılsama mı, yoksa gerçek mi olduğunu anlayamadığım anlardan biriydi. Aynı ses bir daha tekrarlanınca oturduğum sandalyeden zıplayıp cama doğru koştum. Evimiz iki katlı, ufak; fakat bakımsız bir bahçesi olan civar evlerinden biriydi ve bana ait olan oda evin ikinci katında yer alıyordu. Başımı camdan çıkardığımda, cama isabet etmesi gereken ufak bir taş parçası kafamda patladı.
"Özür dilerim." diye fısıldadı bunun sorumlusu.
Alp, hem komşumuz hem de lisede sınıf arkadaşımdı ve çalışmaktan ne zaman bunalsak bir araya gelip mutlaka yapacak daha iyi bir iş bulurduk.
"Özür dilemek için saat gecenin on biri." diye karşılık verdim sessizce.
"Bahçeye inebilirsin diye düşünmüştüm." dedi, sesi gerçekten sıkkın geliyordu.
Parmağımla tüm dünya çapında kabul gören '1 dakika' işaretini yaparak ineceğimi belli ettim. Odamın ışığını bilerek açık bırakıp pijamamın üzerine geçirdiğim hırkayla soluğu bahçede aldım.
"Senin bir derdin var." dedim yanına vardığımda.
Cevap vermek yerine gözünü sokak lambasının çevresinde uçuşup duran yaratıklara sabitlemeyi tercih etmişti. Israr edersem suskun kaldığı zaman dilimini arttıracaktı. Birlikte büyüdüğüm arkadaşımı en azından bu kadar tanıyabiliyordum. Ben de bakışlarımı, onun sabitlediği sokak lambasına sabitleyip beklemeye başladım ve düşündüğüm gibi sessizliğini iki dakikadan fazla koruyamadı.
"Üniversite tercihlerinde şehir dışını yazmayı düşünüyorum." derken hala bakışları olduğu yerden çok daha uzaktaydı.
"Mantıklı" dedim destekleyen bir ses tonuyla "Pek çok kişi senin gibi yapacaktır." diye ekledim.
"Pek çok kişi..." dedi yüzünden buruk bir gülümseme geçerken ama cümlenin devamını getirmedi.
"Alp!" diye seslendim kesin bir ses tonuyla.
Belki de ilk defa bir metre dahi uzağımda durmayan birine sesleniyordum; çünkü amacım yalnızca bedenini değil ruhunu da oraya çekebilmekti. Bakışlarını bana çevirdikten sonra derin bir nefes alarak konuşmaya başlayacakmış gibi yaptı; fakat beni yine uzun bir sessizlik karşılaşmıştı.
"Alp" dedim tekrar daha kısık fakat sabırsız bir sesle "Çok yorgunum ve günlük 500 soru limitinin kıyısına bile yaklaşamadım. Çok önemli değilse yarın okulda devam etsek?" diye ekledim.
"Önemli değil." derken gözlerinden alev çıktığına yemin edebilirdim ve birlikte geçirdiğimiz çoğunluğu yoğun bir sessizlikten oluşan o beş dakika içerisinde onu bu kadar kızdıracak ne yaptığımı merak etmeye başlamıştım.
"O zaman neden bu saatte buradasın?" diye sorarken üzerine gittiğimin farkındaydım.
"Çünkü" dedi sesi eskisi kadar kısık değildi, "Ne zaman bir sorunun olsa, aklına çalışmaktan kaçacak bir plan gelse, gecenin üçünde uyuyamayıp gelecek hayallerinle dolu mesajlar gönderme ihtiyacın olsa yanında ben oluyorum ama ben senin yanına gelip birkaç ay içinde artık burada olmayacağımı söylediğimde verdiğin tek cevap 'pek çok kişi gibi' oluyor." cümlesini bitirdiğinde soluk soluğa kalmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sinestezi
أدب المراهقينSesil, yirmi yaşına henüz basmış bir psikoloji bölümü öğrencisidir ve okuduğu bölümü seçmesinin en önemli nedeni, sekiz yaşındayken öğrendiği, modern tıbbın hala gizemini tam olarak aydınlatamadığı bir algı komplikasyonuyla dünyaya gelmesidir: Sines...