Bölüm şarkısı; vanessa's dream, abel korzeniowski
İyi okumalar.
Jimin Park ile olan karşılaşmamızın ardından bir hafta geçmişti, bu bir haftada Jeongguk odasından hiç çıkmamıştı. Yemeği özel olarak odasına götürülüyordu. Haliyle de benimle de hiç görüşmemişti. Ancak bugün sabah yanıma gelmiş ve bugün resmi çizip çizemeyeceğimi sormuştu. Ben de çizebileceğimi söylemiştim. Şimdi de şatonun altındaki odaya gitmek için hazırlanıyordum. Saçlarımı da elimle düzelttikten sonra, hazırdım.
Odadan çıkıp Jeongguk'un odasının önüne gittim. Kapıya tıklamaya kalmadan, Jeongguk kapısını açtı. Tebessüm etti beni görünce. "Gidelim mi?" Başımı onaylar anlamda sallamış, beni elimden tutarak şatonun altındaki odaya götürmesine izin vermiştim. Oda beklediğim gibi değildi. Düzenliydi, temizdi ve güzel bir kokusu vardı. İki sandalye vardı karşı karşıya ortalarında büyük bir tuval vardı. Bir sandalyenin yanında küçük bir masa, masanın üstünde de resim malzemeleri vardı.
Hemen yerime oturmuş, Jeongguk'un da oturmasını beklemiştim. O da oturunca resmime başlamıştım. Burnt Sienna boyası ile, yavaşça kağıdı kirletmeye başladım. Ardından fırça ve Burnt Umber boyası ile Jeongguk'un yüzünün taslağını çıkarmaya başladım. Sonrasında koyu boyalar ile gölgeleri çizmeye başladım. Jeongguk yüzünü sabit bir şekilde tutuyor ve asla oynatmıyordu. Bu işime gelirdi. Yüzündeki ilk tonlamayı bitirdiğimde, yavaşça geri çekildim ve yaptığım resme baktım. Güzel görünüyordu, yüzünün boyası tamamen bitmeye yakın olduğunda arka planı koyu yeşile boyadım. Sonrasında omuz hatlarını çizdim ve boyadım. "Mola verelim mi?" Sorusuna, başımı sallayarak olumlu yanıt verdiğimde, tebessüm ederek yerinden kalkmış arkama geçmişti, hemen ellerimi gözlerinin önüne koydum. "Resmi tamamlanınca mı görmemi istiyorsun?" göremeyeceğini bile bile başımı salladım. Nedense bugün içimden konuşmak gelmiyordu. Üstüme bir öküz oturmuş gibiydi. Çenemi tutarak, arkaya dönmemi sağlamıştı. Hala gözlerinin önünü sıcak ellerimle kapatıyordum.
"Bugün kötü gibisin?"
"Ben... Sadece..."
Baş parmağı ile yanağımı okşamıştı, çok yoğun bir yorgunluk hissediyordum.
"İyiyim, sanırım uykumu tam alamadım."
Elini anlıma yerleştirdi ve "Sen, yanıyorsun!" Diye bağırdı. Böylece ellerimi gözlerinden çekmek zorunda kalmıştım.
"N-ne?" Hemen beni yerimden kaldırarak, odadan çıkarmış, sonrasında kucağına alarak konuşmak isteyen hiçbir vampiri takmayarak kendi odasına götürmüş, tabuta yatırmıştı.
"Ateşini düşürmek için ıslak bez getireceğim." dedikten sonra benim bir şey dememe müsaade etmeden odadan çıkıp gitmişti. Biraz soğuktu. Derin nefesler almış, beşe kadar saydıktan sonra geri vermiştim. Çok geçmeden Jeongguk gelmiş, alnıma ıslak bezi koymuştu. Koyduğu an bedenimi bir ürperti sarmıştı. Yüzümü, kollarımı, göğsümü okşarken sürekli bir şeyler fısıldıyordu. Tanrı'ya dua ettiğini düşünüyordum, aklıma şu an okuyabileceği başka hiçbir şey gelmiyordu. Ya da Drakula'ya dua ediyordu...? Şu an bunları düşünecek durumda değildim, bu yüzden; gözlerimi kapattım ve kendimi Jeongguk'un güzel sesini ve mükemmel dokunuşlarını hissetmeye adadım.
Dokunuşları, sıcak bir havada süzülen rüzgarmışım hissiyatı veriyordu.
Dokunuşlarının hafifliği ile uykuya dalmıştım.
_____
Uyandığımda hala tabutta yatıyordum. Saatin kaç olduğunu bilmiyordum, çünkü perdelerden ışık girmiyordu. Ancak akşam olduğunu düşünüyordum. Yavaşça içinde olduğum tabuttan çıktım, oda soğumuştu. Yerimden kalktım ve esnedim. Bedenim ağır hissettiriyor, ellerim kasılıyor ayaklarım ağrıyordu. Odanın kapısını açıp soğuk odadan dışarı çıktım. Saraya önceki günlerin aksine dondurucu bir soğuk hakimdi. Bu soğuk karnımda sancıya neden olmuştu. Yine de Jeongguk'u bulmak adına adımlarımı hızlandırdım ve katlara bakındım. Jeongguk bomboş bir katta elindeki kitabını okuyordu. Romeo ve Juliet... Bir yandan da zarifçe Votkasını yudumluyordu. Votkanın içinde yeşil irise sahip olan bir göz vardı. Midemin ağzıma geldiğini hissediyordum. Derin nefesler alarak yanına gitmiştim. Varlığımı fark ettiği gibi gözlerini kitaptan çekmiş ve bana dikmişti. Ne güzel bakıyordu, kırmızı gözleri. Adeta ışıldıyorlardı. Çok yakışıyordu ona buğulu gözleri.
"Nasıl hissediyorsun?"
"Resmine devam edelim mi?"
"Oh, hayır dinlenmen gerek."
"Resmini bugün tamamlamak istiyorum."
Jeongguk'un bir şey demesine izin vermeden onu kolundan tutmuş, sert bir şekilde kendime çektikten sonra bodruma inmiştim. Jeongguk ise her an, dinlenmem gerektiğini söyleyip duruyordu. Fakat takmıştım ben kafama; o resim bugün bitmeliydi.
Bodrum katına indiğimizde içimde bir bunalım vardı. Bu bunalımın nedenini açıklamam imkansızdı. Yavaşça sandalyeme oturdum ve tamamlamadığım resmime baktı. Jeongguk bana "zorunda değilsin." der gibi bakıyordu. Ama hayır, zorundaydım. Bugün bu resim bitmeliydi.
Kaldığım yerden resmimi gölgelendirdim, boyadım, ayrıntıları ekledim. Bunları yaparken tek kelime dahi etmedim. Sonunda resim bitti ve ben resmi bitirdiğimde gülümsedim. Güzelliği resmedilemezdi, lakin ben güzelliğinin bir benzerini resmedebilmiştim. Bu da benim gülümsememe yol açmıştı.
"Gelip kendini görebilirsin." Başını sallayarak yerinden kalkmış ve kendine bakmıştı. Gözlerimi güzel yüzüne çıkararak tepkisine baktım, şaşırmışa benziyordu. Baş parmağını kurumamış olan resimdeki dudaklarında gezdirdi ve yavaşça onun resimdeki dudaklarına hayat bulmuş kan kırmızısı boyayı dağıttı. Sonra kendini incelemeye devam etti. "Bu kadar... Güzel mi görünüyorum?"
"Hayır," dedim kısık bir sesle "Senin o korkutucu güzelliğini resmedemem. Benzerini çizdim sadece, korkarım ki; asla kendi güzelliğini tam olarak göremeyeceksin."
Gülümsedi ve beni sandalyede döndürerek kucağıma oturdu, bu hareketi ile nefesim kesildi. "Je-Jeongguk?" Kulağıma eğildi ve sıcak nefesini kulağıma üfledi. Tanrı'm- çok sıcaklamıştım. Kalçasını yavaşça hareket ettirmeye başlayınca ellerimi ince beline götürdüm ve dudaklarımı birbirine bastırdım. Normalde soğuk olan bu yer şu an kaynıyordu. "Sadece, hissetmeye odaklan. Bunu uzun bir süre daha yapmayacağım." Sonrasında başını boynuma gömmüş, boynuma sıcak öpücüklerini bahşederken, kucağımda kalçasını sağa sola hareket ettirmeye başlamıştı. Gözlerimi yummuş, belinde olan ellerim ile belini sıkmıştım. Penisimin şiştiğini hissediyordum. Yerinde yükselip, yeniden tam penisimin üzerine oturduğunda içimde tuttuğum inlemeyi, dudaklarımı aralayarak dışarı bıraktım. bu onu kıkırdatırken ben kendimden geçmiş durumdaydım. Ellerimi belinden kalçasına indirip, dolgun etlerle deri kumaşın üstünden oynamaya başladım. Sıkıyor, birbirine bastırıyor, iki yana ayırmaya çalışıyordum. Kalçasını penisime denk getirerek zıplamaya başladığında çığlık atarcasına inledim. İlk defa pantolonun varlığından nefret etmiştim. Her zıplayışında saçları kalkıyor oturduğunda ise terli teller alnına yapışıyordu. Yüzünü yüzüme yaklaştırmış, dudaklarımızı birbirine bastırmıştı. Bununla kalçasını daha çok bana bastırmasını sağladım. Hemen kollarını başımın etrafına dolayıp yükseldi ve geri oturdu, öpücüğümüz çok dağınıktı.
Yavaşça dudaklarımdan ayrıldı ve sonra da kucağımdan kalktı. Tanrım- beni böyle bırakmayacaktı öyle değil mi?
Saçlarını düzelttikten sonra son kez tabloya baktı ve sonra odadan çıkarak beni yalnız bıraktı.
𝐊𝐢𝐦 𝐓𝐚𝐞𝐡𝐲𝐮𝐧𝐠 | 𝐀𝐫𝐜𝐚𝐧𝐚 𝐉𝐞𝐨𝐧𝐠𝐠𝐮𝐤 𝐉𝐞𝐨𝐧
(niye böyle yazdım bilmiyorum çok hoşuma kaçtı.)
Diğer bölümde görüşmek üzere.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
masquerade | taekook ✓
FanficKim Taehyung, gittiği maskeli balo partisini vampirlerin basacağından habersizdi. !acemi bir dille yazılmıştır ve oldukça fazla mantık hatası vardır! 160822