16︙ ❝Binlerce kez beter olsun gece, senin ışığın yoksa.❞

227 20 0
                                    

Bölüm şarkısı; scenes from childhood, vladimir horowitz

İyi okumalar.

"Peki ya, bu kitabın yazarı?" Diye bir soru yönelttiğimde Jeongguk gülmüş, düşünüyormuş gibi baş ve işaret parmağını çenesine yerleştirmişti.

"Açıkçası, tıpkı eserlerindeki gibi konuşuyordu. Akıcı ve güzel. Fikirleri de muazzamdı. Bana vakit ayırıp konuştuğu için ibadet etmek istemiştim." Gülmüş, elime başka bir kitap almıştım.

"Peki ya Romeo ve Juliet'in yazarı?"

"Shakespeare... Açıkçası benim için dönüm noktası olan bir adamdı. Doğrudan konuşmamıştık fakat, kitapları özellikle de elinde tuttuğun Romeo ve Juliet kitabı, beni derinden etkileyen ve hayatımı düşence tarzımı değiştirmişti."

"Anladım, onların çok ünlü bir diyaloğu vardı fakat unuttum şimdi sanki-"

Jeongguk gülerek; "Binlerce kez iyi geceler sana!" deyince diyalog aklıma gelmiş gülümseyerek ona karşılık vermiştim; "Binlerce kez beter olsun gece, senin ışığın yoksa."

Son kitabı da yerine koymuş, Jeongguk'un ayaklarının dibine oturmuştum.

"Bu kadar yazarla konuşmuşluğun olduğunu bilmiyordum. Şaşırdım doğrusu."

"Öyle görünüyor."

"Şayet bir yazar olsaydım, ve seninle o zaman da tanışma şansını elde edebilseydim; muhtemelen senin adına bir kitap yazardım. Asırlar boyu adını koruyacak bir kitap."

_____

"Yine mi Salvatore, Tanrı'm. Ne adammış, bir türlü dillerden düşmüyor." Diyerek giysilerimi getiren kadına hayıflandım. Gerçekten, bu adam bu kadar gündemde olduğu süreç boyunca Jeongguk'un tam anlamıyla beni sevmesi imkansız gibiydi.

"Çıkıyorum, lütfen hazırlanıp aşağı kata gelin." Diyerek dışarı çıktı kadın. Böylece odada bir başıma kaldım. Yerimden kalkmak hiç içimden gelmese bile, yapmış yatağın önüne gidip kendime bir giyecek bir şey seçmiştim.

Birkaç dakikanın ardından hazırlanmış, odadan çıkarak Jeongguk'u bulmak adına ilerlemeye devam etmiştim. Fakat dakikalarca gezmeme rağmen onu hiçbir yerde bulamamıştım. Bu beni dehşete düşürürken, aklıma gelen yer ile gözlerim büyümüştü. Orada olabilir miydi ki?

Hızlıca merdivenlere yönelmiş, ikişerli üçerli inmeye başlamıştım. Ayağım takılsa bile durmuyor odaya doğru ilerlemeye devam ediyordum. En alt kattaki çizim yaptığımız odaya ulaşınca, derin bir nefes almış, kapıyı açarak içeriye ilk adımımı atmıştım. Tozla öksürmüş, gözlerimin yanmaya başlaması ile gözlerimi kırpıştırmıştım. Biraz ilerleyince, açık olduğunu gördüğüm kitaplıkla onun burada olduğunu anlamış hemen içine girerek merdivenlerden inmeye başlamıştım. İndiğimde, hemen odaya dalmış. Jeongguk'u göremeyince Salvatore'nin mezarının yanında olduğunu idrak etmiştim. Yavaşça oraya doğru ilerlemiş, vardıktan sonra da düşünmeden kapıyı aralamıştım. Kapıyı aralamam ile kulaklarımı ağlama sesi doldurmuştu. Bu ses şüphesiz ki Jeongguk'a aitti.

"Özledim işte seni, ne olur geri dönsen? Niye- Niye son anlarını benimle geçirmedin ki? Neden o kızla geçirdin? Birazdan herkes, içinde senin olmadığın mezarını görmeye gidecek. Mutlu musun? Söyle lütfen, mutlu musun? Yoksa kızgın mısın? Üzgün müsün?"

Başımı kapının arasından çıkarmış, ona bakmaya başlamıştım. Salvatore'nin yanağını okşuyordu nazikçe.

"Bana neden Taehyung'u gönderdin?" Dedi Jeongguk gülerek. Beni istemiyor muydu?

"Sana hiç benzemiyor, o tamamen masum. Sana benziyor biraz, özellikle bakışları. Onu gerçekten seviyorum, fakat ona aşık olmaktan çok korkuyorum. Sonuçta... O senin torunun öyle değil mi?" Güldü, fakat bir anda durdu. Başını kaldırdı ve korkunç bakan gözleri ile bana baktı. Kapıyı hemen kapatmış, kapıya doğru koşmaya başlamıştım. Birden koluma sarılan el ile, kaygan yüzeyde düşmüş, elini tutup dönerek, kafamı yere vurmaktan son anda kurtulmuştum.

"Ne işin vardı burada?"

"Ben yalnızca seni arıyordum ve-"

"Burayı nereden biliyorsun?"

"Jeongguk-"

"Söyle."

"Ben çok önceden burayı bulmuştum, üzgünüm. Sana söylemem gerekirdi."

"Nasıl buldun?"

"Sıkılmıştım." Dediğimde, beni yerden kaldırdı ve kapıya doğru ilerlemeye başladı. Hemen arkasından gitmiş, yavaş yürümesi sayesinde ona yetişebilmiştim. Odadan çıkınca, hızlıca kaleden de çıkmış, bahçede durmuştuk.

"Geç kaldık, ışınlanmamız gerekecek." Dediğinde gözlerimi büyüttüm, küçükken hayalini kurduğum şeyin gerçekleşecek olması beni oldukça mesut etmişti.

Elimi tuttuğunda, bir anda etrafımızdaki her şey değişmişti. Artık bir törenin ortasındaydık.

"Daha farklı olur diye düşünmüştüm." Dediğimde tebessüm etmiş, elimi tutarak beni arkaya bir yere getirmişti. Tören başlamıştı, herkes anlamadığım bir şeyler söylüyor, tuhaf (?) hareketler sergiliyorlardı. Dizilerde gördüğüm şeytan ayinlerine benziyordu davranışları.

Birkaç dakika sonra, kendi parmaklarını keserek kanlarını bir kavanoza akıtmaya başlamışlardı. Kanları bir kavanozun içinde karışmıştı sanki.

"Normalde, ölüm yıl dönemlerinde kanlar karıştırılmaz ve birine içirtilmez. Fakat Salvatore bunun yapılmasını çok severdi. Herkes onun için seve seve kanlarını bu kavanoza akıtırdı. O bu kavanozdan kanlarını içerken, herkesin göğsü şişerdi."

En önden uzun bir vampir kavanozu almış yanımıza gelmişti, Jeongguk'un önünde eğilmiş kavanozu ona uzatmıştı. Jeongguk kavanozu almış, ardından bana dönerek kan dolu kavanozu bana uzatmıştı.

"Onlar," dedi gözlerini vampir halkında gezdirirken, "onlar bu kanı senin içmeni istiyorlar. Senden başkasına layık görmüyorlar değerli kanlarını."

Gözlerini bana çevirdiğinde, ben gözlerimi halka çevirmiştim. Hepsi düz bir ifade ile bana bakıyordu. Derin bir nefes alarak Jeongguk'un elinden kavanozu almış, kokladıktan sonra içmeye başlamıştım. Midem katlanıyormuş gibi hissetsem de, kavanozun dibini görene kadar devam ettirmiştim hareketimi.

Kavanozu yavaşça yere koymuş, Jeongguk'un elini tutmuştum. Ağzımın hizasına getirdiğim gibi dişlerimi geçirmiş, saçlarımı okşamaya başlaması ile daha sıkı ısırmıştım etini. Amacım kanını akıtmaktı. Ağzıma kan tadı gelince kanını emmeye başlamıştım. Kendime hakim olamayarak, onu arkamızdaki ağaca yaslamış, sonu yokmuş gibi elinden çıkan kanı emmeye devam etmiştim.

Diğer vampirler hiç ses çıkarmıyorlardı. Bu işime geliyor, istediğim gibi Jeongguk'a yapışabiliyordum.

Bir süre sonra Jeongguk, saçlarındaki ellerini çekti ve eli yanına düştü. Korkuyla geriye kaçtığımda bacakları bedenini taşıyamadı ve bedeni yere kalça üstü bir şekilde düştü. Gözlerimi yüzünde ve bedeninde gezdirdim merakla. Zaten soluk olan teni daha da solmuştu. Damarları belirginleşmişti, gözleri kaymıştı ve eli mosmor olmuştu.

"Biz- gidelim artık." Diyerek Jeongguk'u kucağıma almış yürümeye başlamıştım. Jeongguk'un bu kadar güçsüz biri olmaması beni dehşete düşürürken, tek dileğim yarına uyanmasıydı.

selamlar

25 yahut 20. bölümü final yapmaya karar verdim.

Diğer bölümde görüşmek üzere.

masquerade | taekook ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin