Ufak arkadaşlarıyla yola çıkan dörtlü henüz bir çıkışa ulaşamamıştı. Patika bazen yön değiştiriyor, bizimkiler de o yolu takip ediyordu. Boğucu nemden iyice terlemeye başlamışlardı. En önde Altay ilerliyordu, ışık saçan kılıcını arada sarmaşıkların oluşturduğu ince ve kalın ağaçlara da yöneltiyordu. Tehlike her an her yerden ortaya çıkabilirdi. Bunu göz ardı edemezdi.
"Su gibi olacağım," dedi Sungur. Giysileri yer yer ıslanmıştı. Diğerlerininki de kısmen o şekildeydi.
Oksijen seviyesi gitgide düşüyordu, daha derinden nefes almaya başladılar, neredeyse havasız bir ortamdı zaten.
Altay aniden durdu. Diğerlerinin de meraklı gözleri oraya ilişti. Yerde yetişkin bir insana ait iskelet sırtüstü yatıyordu, bir ayağı bükülmüş, iki eli göğsünün üzerindeydi.
"Çıkışı bulamamış olmalı," dedi Ediz üzülerek. "Acı çekerek ölmüş gibi duruyor."
"Vahşi bir yaratığın saldırısı olabilir," dedi Sungur. "Hareketinden bu anlaşılıyor. Güzey'in kabilesi yapmıştır."
"Sungur!" diye çıkıştı Seli.
"Bir şey saldırmış olsaydı bu şekilde ölmüş olmazdı," dedi Ediz. "Her ne saldırdıysa öldürmekle kalmayıp parçalardı. Bu şekilde bütün halde kalacağını sanmıyorum."
"Zevk için öldürüp gitmiştir belki de," dedi Sungur. "Parçalamak zorunda değil. Her canlı farklı öldürür."
Seli iskelete doğru bir adım attı. "Öyle görünmüyor. Kemikleri hiç zedelenmemiş. En azından bir kaburgası kırılmış olsaydı, bir şeyin ona saldırdığını düşünebilirdim. Bu durumda, hayır."
"Havasızlıktan," dedi Altay. "Evet, havasız bir ortamdayız. Çıkışı bulamayınca burada soluksuz kalarak ölmüştür. Ah, ne acı!"
"İşte en mantıklı cevap bu oldu," dedi Ediz. "Nefes almakta zorlanırken bu adamın da bu şekilde ölmüş olabileceğini düşünemedik." Dalga geçmemiş, içinde bulundukları durumu henüz fark ettiği için böyle konuşmuştu. Gerçekten burası bir tür akıl oyunu oynuyor olabilirdi.
"Bu yaratık nasıl yaşamını sürdürüyordu peki?" diyerek kararlı bir soru yöneltti Sungur ortaya, Güzey'i göstererek.
Kimseden cevap gelmedi. Bu soruyla herkesin aklı karıştı. Sungur'un sorusu gibi cevap bulamadıkları birçok karanlık soruyla daha karşı karşıyaydılar ve başka cevapsız sorularla karşılaşacaklarından da emindiler. Kendilerini her şeye cevap bulmak zorunda hissetmiyorlardı, hayatta kalmaları kâfiydi.
"Devam edelim," dedi Seli. "Umarım başka iskeletlerle karşılaşmayız."
Kemik yığınını geride bıraktılar. Geniş yapraklar görüş alanlarını bazen kapatıyordu. Altay'ın kılıcı onları rahatlıkla kesip parça parça yere düşürüyor, bunun için fazladan bir çaba harcamasını gerektirmiyordu.
Düşen küçük parçalardan biri geniş sarmaşık gövdesinin dibine indi. Gözü aşağı kayan Altay sarmaşığın dibinde bir ayak gördü, uzun çizmeliydi, bedenin geri kalanı cüretkâr sarmaşıkların içinde kayıptı.
"Hey!" dedi Altay. "Burada biri daha var."
Diğerleri gelip bakarken, "İşte, bir tane de orada!" dedi Seli.
Başka bir sarmaşık gövdesinin içinden bir insan kafası dışarı çıkmıştı, sağ eli de öyle. O da yeni çürümeye başlamıştı, pis bir koku yayıyordu. Dönüp birkaç adım atmışlardı ki kılıcın aydınlattığı yerde sarmaşıkların içinde farklı şekillerde ölmüş birçok insan cesedinin sarktığını gördüler. Yürüdükleri patikanın üzerinde de cesetler vardı. Başka ölüler, benzer ölüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YABAN DİYAR [Tamamlandı]
FantasyYıl 543. Günya. Karatayranlar bir gece ansızın ortaya çıkıp Balahan köyünü yok etti. Gün doğduğunda ortada tek bir canlı bile yoktu. Altay, Ediz ve Sungur katliamdan kaçıp hayatta kalmayı başarmış ve Balahan'da yaşamını sürdürmüştür. Yıllar sonra ek...