Ediz salona daldığında erte kendini henüz gösteriyordu. Arkadaşlarını dürtüp uyandırmaya başladı. Çok heyecanlı ve hayli tedirgindi. "Uyanın!" diye seslenmeye başladı. "Altay, Sungur!"
"Ne var, ne oldu?" dedi kahve gözlerini açan Altay uyku sersemliğiyle. "Neden bağırıyorsun? Erteye ne kadar var?"
"Askerler!" dedi Ediz. "Haydutlar için gelmişler ama dünkü olay hakkında da bilgi edinmişler. Kasaba muhafızlarıyla soruşturma için neredeyse burada olurlar. Acele edin! Sungur! Kalk hadi, seni uyuşuk!"
Altay yerinden fırladı. "Alakan!" dedi. Kılıç hemen yanındaydı. "Pekâlâ, derhal yola koyulmalıyız. Hâdiseyi detaylıca soruşturup eninde sonunda kılıcı fark edeceklerdir."
Altay önce Seli'nin odasının kapısını çaldı, ses gelmeyince daha sert vurdu. Cevap yoktu. İçeri girdi ama oda boştu. Ona veda etmek istiyordu lâkin kızı evin hiçbir yerinde bulamadı. Hemen ahıra koştu. Orada Ediz ve Sungur atları eyerliyordu. Payandur'a ait iki at daha vardı. Kendi atları çok uzun yollar için uygun değildi, ihtiyarınkilerle değiş tokuş yapabilirlerdi ama kendi binekleriyle aralarında derin bir bağ vardı, onlardan ayrılamazlardı.
"Seli'yi göremedim," dedi Altay morali bozuk şekilde. "Nerede olabilir? Onu gördün mü?"
"Maalesef," dedi Ediz. "Uyandığımda yoktu. Hadi, gitmeliyiz. Kalıp vedalaşmak istiyorsan askerlere Alakan hakkında diyeceklerini de kararlaştırsan iyi olur."
Sungur hâlâ uykuluydu ve konuşmaya pek yeltenmiyordu. Uykusunun bölünmesinden her zaman nefret etmişti.
Atları arkadan çıkarıp yola koyuldular. Altay'ın içi içini yiyordu, en azından Seli'yi son kez görmeyi dilemişti. Belki ona kendisini beklemesini dolaylı yoldan ifade edebilirdi.
Askerlere yakalanmamak için dörtnala yol aldılar, kasabadan yeteri kadar uzaklaştıklarını düşününce yavaşladılar. Altay arada bir Seli'yi görmeyi dileyerek arkasına bakıyordu.
"Kahvaltısız ilk günümüzde yoluna düşeceğimiz güzergâhımız neresi?" diye sordu Sungur bugün ilk kez konuşarak.
"Doğuya yol alacağız," dedi Altay yüzü buruş buruşken. "Batıkyol her neresi ise orayı bulmalıyız." Dünkü ziyade heyecanı kaybolmuştu, Seli'yi görememesindendi.
"O kim ola ki öyle?" dedi Ediz geriye bakarken.
Tereddütle döndüklerinde istikrarlı bir atlının hızla kendilerine doğru gelmekte olduğunu gördüler, uzaktan henüz kim olduğu seçilemiyordu.
"Muhafızlardan biri olabilir mi?" diye sordu Sungur. "Bir gözcü belki! Kaçalım."
"Askere benzer bir hali yok," dedi Ediz. "Aslına bakarsan o kadar da büyük görünmüyor."
Bir süre daha beklediler.
Altay sırıttı. "Seli! Evet, kesinlikle o!" O olduğunu görünce yüzüne en nitelikli tonlardan renk geldi. "Ama ne için geliyor?" Bu da endişeyi kucaklayan bir merak konusuydu kendisi için.
Gerçekten de gelen oydu ama neden peşlerine takıldığını anlamadılar. Belki teşekkür etmek, belki veda etmek istiyordu. Amacı her neyse kendilerine yetişmekte kararlıydı.
Sonunda soluğu yanlarında alan Seli dünkü korkunç olayı unutmuş gibi şöyle bir gülümsedi. "Merhaba! Güneş, yolunuza ışık tutsun!"
"Sen..." dedi Altay ama ne diyeceğini bilemedi bir an.
Seli utana sıkıla şöyle dedi: "Sizinle gelebilir miyim?"
"Ha?" dedi Sungur bunu beklemiyormuşçasına. Aslında hiçbiri beklemiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YABAN DİYAR [Tamamlandı]
FantasyYıl 543. Günya. Karatayranlar bir gece ansızın ortaya çıkıp Balahan köyünü yok etti. Gün doğduğunda ortada tek bir canlı bile yoktu. Altay, Ediz ve Sungur katliamdan kaçıp hayatta kalmayı başarmış ve Balahan'da yaşamını sürdürmüştür. Yıllar sonra ek...