32 - Son Çırpınışlar

3 1 0
                                    

Ormanın ortasında hızla koşan Sungur kılıç sallamaktan iyice yorgun düşmüştü. Kendini bir anlığına yeşil yaprakların üzerine bırakıp uzun süre dinlenmek istedi.

Koşmayı bıraktı ve hızlıca nefes almaya başladı. Bu arada da etrafına göz gezdirdi. Kimsecikler yoktu. Sadece tuzaklara yakalanmış ölü ve canlı Gargavatlar görüyordu. Hayatta kalanlar da kurtulamayacak şekilde kıskıvrak yakalanmıştı, ısrarlı çırpınışları fayda etmiyordu. Yırtıcı birer avcı olarak gelmişlerdi ama gafil birer av olmuşlardı.

Sungur nefesini toparlamaya çalışırken, "Caa!" diye acıklı bir ses duydu. Kafasını çevirmişti ki üzerine bir Gargavat atladı. İki ayrı kutba yuvarlandılar. Sürekli pusuya yatarak üzerine atlamalarına iyice sinirlenmişti. Tek yapabildikleri bu muydu? Sinsi olmaları düşünülürse, evet.

Bu Çapulcu da geride kalanlardan biriydi, silahsızdı. Etrafında dönüp durmaya başladı. Cansız bakışlara sahipti ama hareketliydi, rengi diğer Gargavatlara göre daha soluktu, hasta gibiydi, belki de bu yüzden geride kalmıştı.

Sungur bunun diğerlerinden daha tehlikeli ve daha şerli olduğunu sezdi. Belki de aptalın tekidir, diye düşündü sonra. O da Gargavat ile birlikte dönmeye başladı. Bir çemberin çizgisi üzerindeymiş gibi birbirlerine süzerek dönüyorlardı.

Sungur iki kılıcını da ellerinde tam tur döndürmeye başladı. Bir kılıcını ileri uzatırken diğerini yatay tuttu, savaşçı bir duruş sergilemişti, karşısındaki çelimsiz kara düşman için çok abartılı bir hareketti.

Gargavat dönmekten sıkılmış olacak ki sapsarı dişlerini gösterip hızlıca saldırıya geçti, bu tarz hareketlerin kendisine işlemeyeceğini düşünürcesine hem de.

Sungur da koştu. Yatay tuttuğu kılıcını rastgele Gargavat'ın yan tarafına fırlattı. Gargavat anlam veremeden koşarken kılıcın düştüğü yere baktı. Sungur hasta Gargavat tam kafasını tekrar çevireceği sırada kılıcını onun karnına sapladı. Neye uğradığını anlamayan solgun Gargavat'ın gözlerinin içine baktı, kedi gözlerine, en derine.

Çok da zeki değilmiş, diye düşündü Sungur. Mahmuzlu kılıcını çıkarınca soluk yaratık mavi kanlar içinde sessizce yere yığıldı.

Tekrar, "Caa!" diye uzun bir ciyaklama duydu. Güzey'in sesi olduğunu biliyordu. Etrafına bakındı ama tuzaklara yakalananların sadece Gargavatlardan ibaret olduğunu gördü. İleride geniş bir çukur çarptı gözüne, oraya doğru hızlı adımlarla yürüdü.

Güzey kenardan fırlamış sağlam ağaç köklerinden birine tutunmuştu. Aşağısında ise dikine sıkıca sabitlenmiş dallardan yapılma bir sürü sivri uçlu kazık vardı, aralarındaki mesafeler kısaydı, düşenlere kurtuluş şansı tanımamak içindi. Güzey'i kovalayan Gargavat onlardan dördüne saplanmıştı, ağzı açık kalmış ve pençeleri emeline ulaşamadan oracıkta geberivermişti.

Böcürük tutunmakta zorlanıyordu. Ağaç kökü kaygandı ve küçük patileri gitgide kayıyordu. Gözlerini olabildiği kadar masumca Sungur'a dikti, hani kediler yapar ya! Ama onun suratında herhangi bir ifade yoktu.

Güzey, "Caa!" dedi yeni baştan. Sesi titrek ve korkmuşçasına çıktı. Yardım istediği belliydi ama Sungur'un kendisinden pek hoşlanmadığını da biliyordu, en azından anlıyordu. Zaten uzanıp da tutabileceği bir mesafede değildi. Minicik patileri kayarken tekrar "Caa!" diye seslendi. Yine yardım istiyordu. Sesi bu kez daha ağlamaklı ve daha dokunaklıydı. İri yeşil gözleri dolmuştu. Aniden yorgun patileri kaydı ve son anda başka bir ağaç köküne tutundu. Kalp atışları göğsünü yaracaktı. Buna fazla dayanamayacağını biliyor ve hâlâ umutla yukarı bakıyordu ki Sungur'un aldırışsız şekilde dönüp gittiğini gördü. Küçücük dudakları titremeye başladı. Bu kez arkasından sessizce ve umutsuzca, "Caa!" dedi. Sesini kendisi de çok az duydu. Her iki koca gözünden yaşlar süzüldü. Mecalsiz patileri yavaşça kaymaya başladı yine. Minik burnu sızıdan dolayı yanıyordu, buna neden olan küçük kalbinin derin burukluğu acınası yüzüne yansıdı. Sungur, kendisini ölüme terk edip gitmişti çünkü. Acı şekilde kısa bir inleme çıktı ağzından, umutsuz bir sesti.

YABAN DİYAR [Tamamlandı]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin