13 - Mavi Yol

4 1 0
                                    

Takribî elli yetişkin Böcürük birbirine karışan ciyaklamalar eşliğinde ortaya çıktı. Kurtulmak için çırpınan Güzey'in acı dolu imdadını duyabildikleri için yakınlarda olmalıydılar. Aksi halde başından beri ciyaklayan hayvan yolcular ona denk geldiğinde tek başına olmazdı.

Bir an bile duraksamadan koca yarasaların üzerine zıpladılar, yakaladıklarını yere düşürdüler, uçuşanlara ulaşmak için ise daha yukarı tırmanıp üzerilerine atlamaya başladılar. Kiminin kanatlarından tutuyor, kiminin ise ayaklarını yakalıyorlardı. Bir yarasanın üzerine dört beş tanesi birden atlıyordu.

Kocaman yarasaların artık kendilerine saldırmadığını gören Seli rahatlamıştı. Güzey'i almak için eğildi ama Güzey ondan önce üzerine atlayıp korku içinde boynuna sarıldı. Seli, hayvancağızın kalbinin hızlı atışlarını hissediyordu. Onu anne şefkatiyle sardı.

Altay ışık saçan kılıcını karışıklığın içinde bir o yana bir bu yana tutup duruyordu. Arkadaşları çevresindeydi. Ediz yanına geldi. Sungur ise olanlara yerde dehşetle bakıyordu, doğrulup hemen kalktı.

Böcürükler, yarasaları ısırıyor, kanatlarını koparmaya çalışıyor, oradan oraya sürüklüyor ve yerden yere vuruyorlardı. Bazıları sarmaşık dallarını tutup boyunlarına ve vücutlarına sarmış çekiştiriyordu. Çığlıklar ve kargaşa yavaş yavaş azalırken ortalık da kana bulanmıştı. Bu küçük yaratıklar Güzey kadar sevimli görünmüyordu, aksine çok sinirli birer canavar gibiydiler.

İnleyen yarasaların bir kısmı kurtulunca uçarak kaçmaya başladı; kalanlar yara bere içinde çırpınıyor, bunlardan bazıları da kanatlarını kullanıp sürünerek kaçmaya çalışıyordu.

İkinci savaş çok kısa sürede son buldu.

Sesler kesildi.

Bizimkiler bir aradaydı. Böcürükler şimdi onlara vahşiyane gözlerle bakıyordu. Güzey'den biraz büyüktüler, bu da Güzey'in hâlâ yavru olduğunu gösteriyordu. Çoğunun ağzından hâlâ kan akmaktaydı ve ayakları kan batağına girip çıkmış gibiydi, beyaz tüyleri de yer yer kanla bezenmişti. Bir kısmı yerde, bir kısmı sarmaşıklara asılı bir şekilde, ortasına aldıkları dört insan evladına bakıyordu. Hatta bazıları parlayan kılıçtan rahatsız olmuştu, Altay Alakan'ı yavaşça indirse de parlaklık duruyordu.

Seli küçüklere dönünce kollarının arasından Güzey kafasını çıkardı. Beyaz yaratıklar onun alıkonulduğu düşünmüş olsa gerek daha da sinirlendiler; huzursuz bir şekilde kıpırdanmaya, dişlerini gösterip tıslamaya başladılar.

Sungur kılıcını doğrultunca bütün beyaz kafalar kendisine döndü. Yerdekiler ağır adımlarla avına saldıracakmış gibi esmer çocuğa doğru yürümeye başladı. Sarmaşıklarda asılı duranlar ise aşağı süzülüyor ve sürekli yer değiştiriyordu.

"Kılıcını indir, Sungur!" diye fısıldadı Altay.

"Bunu yapmayacağım," dedi Sungur kesin bir dille.

"Onları daha da sinirlendiriyorsun."

"Görmüyor musun, bize de hücum edecekler."

"Hayır, kılıcından ötürü seni tehdit olarak görüyorlar."

"Hiç sanmıyorum. Zaten saldıracaklardı."

"Anlamadın mı? Güzey yardım çağırdı, onlar da geldi."

"Peki neden üzerimize atlayacakmış gibi duruyorlar?"

Altay dişlerini sıktı: "İndir şu kılıcı!"

Sungur Karavarta'yı yavaşça indirmeye koyuldu. Küçük yaratıklar da saldırmak için öne eğilip popolarını iki yana sallamaya başladı. Tam o sırada Güzey, Seli'nin omzuna çıktı ve tatlı bir şekilde gülümseyerek beyaz kabilesine doğru her zamanki sesleri çıkardı: "Caa! Caa!"

YABAN DİYAR [Tamamlandı]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin