Nazda kasabası Kandut'ta uzayıp giden kalabalık pazarın ve ağır gürültünün ortasında Altay ve Ediz ne aradığını unutmuşçasına yürüyordu. Atları emanet bıraktıktan sonra pazara dalmışlardı. Meraklı gözleri sürekli bir şeylere takılıyordu. O sıra Altay biriyle çarpıştı.
"Önüne baksana be adam!" dedi sırık genç. Bir çırpıda kalkıp üzerini temizlemeye başladı. Çiçekbozuğu suratı asayiş görevlilerince arandığını düşündürten suçlu bir kimlik yüklüyordu kendisine. Arkaya yatırdığı iğrenç görünen yağlı saçları da bunu tescilliyordu.
"Şey, özür dilerim!" dedi Altay. Bir an karşısında beliren bet surattan korkmuştu. Ediz koluna girmiş, kalkmasına yardım ediyordu. İlk işi siyah kılıcı yerden almak oldu. "Sizi görmedim. Ben, Altay Kutlukaya. Arkadaşım, Ediz Esendemir. Birini arıyoruz: Payandur Yabangülü. Acaba bize yardım ede..."
"Yardım mı, ne yardımından söz ediyorsun?" diyerek sözünü kesti sırık. "Kendi başınızın çaresine bakın!" İkisi belde, biri elde üç kılıç görünce uzun suratı düştü. "Hayır, tanımıyorum," dedi ve yoluna gitti. "Şu yabancılar!"
Altay ve Ediz umutsuzca sırık gencin arkasından bakıp acınası halleriyle pazara döndüler.
"İhtiyarı bu şekilde bulamayız," dedi Ediz pes edercesine.
"Başka hangi yollarla aramayı düşünüyoruz ki?" dedi Altay. "Birilerine sorup durmamız gerekiyor. Bu işin erbabı da esnaflardır. Onlar herkesi tanır. Bu yüzden buradayız."
"O tarla suratlı herif bir satıcı değildi."
Altay boştaki eliyle yüzünü gölgeledi. "Evet, biliyorum. Sadece şansımı denedim."
"Bahsettiğin bilirkişilere tek tek soracağız o halde. Ama bu çok uzun sürecek gibi. Şu pazarın uzunluğuna bak!"
Gerçekten diğer ucu görmek zordu. İnsan ve tezgâh kalabalığı da bunu güçleştiriyordu.
Güneş tepedeydi. Sıcak bir yaz öğlesinin en bunaltıcı saatleriydi. Bu yüzden gölgeliklerin altında kalmaya çalışarak tüm satıcılara Payandur Yabangülü ismini soruyorlardı. Pek çoğu müşterilerle ilgilendiği için isme dikkat etmeden onu tanımadığını söyleyip ikisini de başından savıyordu.
Arada ikişerli gruplar halinde devriye gezen nöbetçi askerleri görseler de onlara sormak pek içlerine sinmiyordu. Askerler şüpheci olurdu ve bu iş hiç de beklemedikleri noktalara varabilirdi. Pazarda kılıç ve hançer taşıyan başka insanlar da vardı, hatta çeşitli silahlar satanlar; o yüzden pek tehditkâr görünmüyorlardı. Ama Altay bu konuda iç sesini dinliyor, en güvenli yolu seçiyordu. Ediz'i de ikna ediyor, arkadaşının da ona uymaktan başka çaresi kalmıyordu.
Bu şekilde yirmi metre kadar olumsuz cevaplar alarak umutsuzca yürüdüler. Bir sağ tarafa soruyorlardı, bir sol tarafa. Çare etmeyince ikiye ayrıldılar ve birbirlerini gözden kaybetmeden karşılıklı şekilde sormaya devam ettiler.
"Payandur Yabangülü isminde birini tanıyor musunuz, beyim?" diye sordu Altay.
"Hayır, evlat!" dedi zıpka şalvar giymiş pala bıyıklı adam.
Kâh sebzevat, kâh içecek, kâh meyve, kâh kilim, kâh kümes hayvanı satıcılarının arasındaydılar.
"Payandur Yabangülü diye birini arıyorum," dedi Ediz.
"Tanımıyorum," dedi kaba kumaştan hırkasıyla göze hitap etmeyen sivilceli oğlan.
Mallarını satmak için sürekli bağıran insanların arasında devam edip renkli kumaş türlerinin ve çeşitli giysilerin satıldığı bölümlere geldiler ama şevkleri iyice sönmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YABAN DİYAR [Tamamlandı]
FantasyYıl 543. Günya. Karatayranlar bir gece ansızın ortaya çıkıp Balahan köyünü yok etti. Gün doğduğunda ortada tek bir canlı bile yoktu. Altay, Ediz ve Sungur katliamdan kaçıp hayatta kalmayı başarmış ve Balahan'da yaşamını sürdürmüştür. Yıllar sonra ek...