Geride endişeli bir bekleyiş vardı. Mırıldanıp duran tedirgin halk uzanıp harp ortamını görmeye, üstünlüğün şimdiden hangi tarafta olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ama nafile! Ortalık toz dumandı.
"Muharebe nasıl?" diye sordu Sungur merakla.
"Emin değilim," dedi Ediz. Kafasını sağa sola yatırarak görme çabasındaydı. "Galibiyeti kimin alacağını kestiremiyorum. Şimdiden bunu saptayamayız."
"Çok fazlalar," dedi Altay yutkunarak. "Çok vahşice savaşıyorlar. Kandut'takinden farklı görünüyorlar."
"Savaşta her yolu denemelisin, Altay," dedi Ediz. "Kılıcı korumakla yükümlüsün, bunu unutma!
"Emir bekleyecek miyiz, yoksa doğruca savaşacak mıyız?" diye sordu Sungur.
Yanlarındaki gönüllü askerlerden biri Sungur'un sorusunu duyunca onlara döndü. Sadece çenesinde sakalı olan bir gençti ve adı Toktay'dı. "Burada kalmamız gerektiği söylendi."
"Neden?" diye sordu Ediz.
"Eğer orduyu geçip bu yöne gelecek olurlarsa, onlara biz karşılık vereceğiz. İnsanla dövüşmeye benzemiyor. Bunlar yaratık; bizim gibi düşünmezler. O yüzden buna göre savaşman gerekir. Ne kadar da çoklar, değil mi?"
"Evet, bu kadarını beklemiyordum."
"Aslında birçok pusu kuruldu, bertaraf edilen gruplar oldu, birleşmemeleri için akınlar düzenlendi, küçük çarpışmalar yaşandı ama buna rağmen hâlâ binlercesi var. Çok çabuk toplandılar, kimse bu kadarını beklemiyordu."
"Peki ormandan ilerlemeye çalışırlarsa?" diye sordu Sungur bunun yaşandığından habersiz.
"Her iki ormanın içine yayılmış askerler var. Ön taraflara da tuzaklar hazırlandı. Hemen arkasında pusudalar."
"Bu iyi," dedi Ediz.
"Evet," dedi Seli biraz rahatlayarak. "Belki bizim savaşmamıza gerek kalmaz."
Toktay devam etti: "Ormanlara giren Gargavat sayısı çoksa üç kısma ayrılacağız. Üçte ikisi her iki ormana girecek, kalan birlik kısım da ortayı savunacak. Ama şimdilik hepimizin burada kalması gerekiyor." Dikkatini çeken Böcürük'ü görünce duraksadı. "Şu küçük hayvan da neyin nesi?"
"Seni ilgilendirmez!" diye çıkıştı Seli. Değişip duran yüz ifadesine bakılırsa sancılanma yaşıyordu yine.
"Tamam, kızma!" dedi Toktay ve önüne baktı.
Altay, Seli'ye döndü. "Onu benim tutmamı ve korumamı ister misin?" Seli ile arasında Ediz ve Sungur vardı. Rastgele sıralanmışlardı, yoksa onun yanında durmak isterdi.
"Sözlerinin içinde beni gizliden gizliye küçümseyen hisler seziyorum," dedi Seli.
"Ne? Hayır! Neden böyle düşüneyim ki?"
"Bilemiyorum."
"Kızgınsın. Ama biraz sonra neler olacağını bilmiyoruz."
Seli konuyu uzatmak istemedi: "Evet, her neyse."
"Yakınında duracağım."
"Buna gerek duyma!" Islık'ı gösterdi Seli. "Bir silahım var, her ne kadar senin olsa da."
"Kullanabileceğinden emin misin peki? Ağır gelebilir. Kılıç kullanmak hançer kullanmaya benzemez."
Seli burnundan soludu. "Bu kez de açık açık küçümsüyorsun, öyle mi?"
"Neden böyle bir şey yapayım ki? Sadece, seni düşünüyorum. Beni kasten yanlış anlıyorsun. Neyin var senin?"
Sungur ikisine bakar oldu. "İkiniz artık cilveleşmeyi bırakıp savaşa odaklansanız diyorum?"
Üzerine çok gelinen Seli köpürdü: "Cilveleştiğimiz falan yok seni aptal!" Zaten konuştukça batan Altay, kendisini bir hayli sinirlendirmişti. Üstüne budala Sungur'un densiz lafını kaldıramadı. Sancısı da vardı. Bir yandan sinirden ağlamak, bir yandan da savaşta neler yapabileceğini onlara göstermek istiyordu.
Ediz deminki gergin dalaşmalardan ötürü iç çekti. "Şu işi artık ciddiye alalım. Her ne kadar arkada dursak da birbirimizi son görüşümüz olabilir. Bu yüzden kırıcı olmayın." Sonra yavaşça Sungur'a eğildi. "Senin de birine âşık olma vaktin geldi."
Sungur eğilmedi ama alçak sesle cevap verdi: "Bu vakti sen mi ayarlıyorsun? Bana bu tür sorular sorma!"
"Hadi! En azından bir yaşanmışlık olmalı."
"Savaşın ortasında konuştuğumuz şeye bak! Yolculuk, heyecana ve tehlikeye çokça alışmanızı sağladı sanırım. Bu konuyu sonsuza dek kapat diye söylüyorum: Onu ilk kez dokuz yaşındayken görmüştüm, adı da Ebin'di. Bu kadarı seni susturmak için yeterli olur umarım."
"DİKKAT!" diye bir bağırış duyuldu o sırada. Birkaç atlı hızla sivillere doğru geliyordu.
"Ne oluyor dersiniz?" diye sordu Altay telaş içinde.
"İşaret geldi," dedi Toktay. "Gereğinden fazla Gargavat, Diri ve Tiri Ormanı'na girmiş. Bu arada ben, Oktay oğlu Toktay. Sıkışırsanız seslenin. Birbirimize destek olmalıyız."
Atlılar gergin halkın önünde durdu. İçlerinden bir subay yüksek sesle konuştu: "Dinleyin! Üç bölüme ayrılacaksınız. Ön taraftaki birlikler safını korusun. Birer subay liderliğinde arka taraftaki birliklerin yarısı sağınızda bulunan Diri Ormanı'na, diğer yarısı solda gördüğünüz Tiri Ormanı'na girecek. İyi birer asker olun ve geçmelerine asla izin vermeyin."
Diğer atlılar da aynı emirleri iletmek için iki yana dağılmıştı. Subay, halkı yararak dört arkadaşın arasına kadar sürdü atını. O esnada duymayanlar için aynı sözleri tekrarlıyordu.
Altay ve Ediz, Diri Ormanı tarafında; Sungur ve Seli, Tiri Ormanı tarafında kaldı.
"Buradan ikiye ayrılın!" dedi subay gür sesle. Dört arkadaş şaşkınlık içinde bakışırken subay bağırdı: "Gidin hadi! Ne duruyorsunuz? Çabuk, çabuk, çabuk! Gidip yerinizi alın hemen!"
Arkadaki birlikler ikiye bölündü. Bizimkiler her ne kadar ayrılmak istemese de ormana koşarken birbirlerine bakadurdular. Atlıya durumu izah etmeye kalksalar ne diyeceklerdi ki? Zaten o da kendilerini ne kadar umursayıp ciddiye alacaktı? Sonuç itibariye savaşın derin heyecanı sürüyordu. Kendileri de artık askerdi ve emre itaat etmek zorundaydılar, her ne kadar kendi yurtlarında kendi savaşlarında olmasalar da.
Özellikle Altay, Seli'yi ve Güzey'i koruyacağını söylemişse de şimdi istemeden onlardan ayrılmanın fazladan şaşkınlığını ve hayal kırıklığını yaşıyordu.
"Dikkatli olun!" diye bağırarak koşuyordu Toktay, Altay ve Ediz'e. Hemen yanlarındaydı. "Ormanın ön kısımlarında çeşitli tuzaklar var, en başta söylediğim gibi. Ön taraflara sakın gitmeyin. Biz tuzaklardan ve pusudaki askerlerden kurtulanlarla savaşacağız."
Altay başka bir endişe taşıyordu. Ediz'e döndü. "Bizimkilerden ayrılmamamız gerekirdi."
"Elimizden gelen bir şey yok, Altay," dedi durumu kabullenen Ediz. "Her şey olacağına varır. İyi olmalarını um!"
Barlas burada olsaydı ayrılmalarına izin vermezdi. O dediğim dedik atlıya söz geçirebilirdi.
Diğer tarafta Tiri Ormanı'na doğru koşmakta olan Sungur ve Seli, arkadaşlarından ayrılmanın şaşkınlığını kaybetmemişti hâlâ. Arada bir dönüp bakıyorlardı. Güzey de Seli'nin başının üstündeydi ve tam olarak neler olup bittiğinden bihaberdi.
"Birlikte kalalım," dedi Sungur. "Yan yana savaşmalıyız. Fazla uzaklaşmayalım, özellikle de diğerlerinden."
"Güzey'i de korumalıyım," dedi Seli tasa içinde.
"Neden böcüyü de getirdin ki?"
Seli bir kez daha sinirlendi, zaten ayrıldıkları için buruk bir şoktaydı. "Nereye bırakmamı düşünüyordun? Her seferinde onu da kendimle birlikte tehlikeye attığımı biliyorum ama o benim bir parçam artık. Bunu kabul etsen iyi olur."
"Peki, peki!" dedi Sungur hızlanırken. "Kızma!"
Seli iç çekti ve demin Altay'a çok sert davrandığı için pişmanlık duydu. Ya onu bir daha göremezse?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YABAN DİYAR [Tamamlandı]
FantasyYıl 543. Günya. Karatayranlar bir gece ansızın ortaya çıkıp Balahan köyünü yok etti. Gün doğduğunda ortada tek bir canlı bile yoktu. Altay, Ediz ve Sungur katliamdan kaçıp hayatta kalmayı başarmış ve Balahan'da yaşamını sürdürmüştür. Yıllar sonra ek...