Altay inleyerek doğrulurken kendini sırtüstü düşmüş buldu. Ne olduğunu anlamadı bir an. Hayal meyal hatırlıyordu. Son vuruşuyla kaya parçalanınca gördüğü ışığın yayılış şiddeti bedenini geriye savurmuş, o anda da kazması elinden fırlamıştı. Şanslıydı ki kendisine doğru büyük bir parça sıçramamıştı, ciddi yaralar alabilirdi. Üstelik köyde hekim de yoktu. Ediz bu işlerden anlardı ama onun asıl gayesi otacılıktı. Hayali iyi bir savaşçı ününe kavuşup şarkılarda yer etmek olan ve bu yüzden kılıç talimi yaparken sürekli yaralanan Sungur'un koluna kantaron çiçeğinden hazırladığı özel bir merhemi sürmüştü bir keresinde.
Altay ne kadar süre baygın kaldığını düşündü. Arkadaşları henüz tarlaya gelmediğine göre birkaç dakikadan fazla değildi.
Patlamaya ve ışığa şaşırmıştı ama onu daha da şaşalayan başka bir şeydi: Kayanın içinde dikine duran simsiyah kılıç. İki ucu yuvarlak balçaklı kılıcın sivri kısmı kayanın toprakta kalan parçasının içindeydi ve çelik siyah olmasına rağmen parlıyordu. Topuzu yoktu, belki de eksikti.
Kılıç ne zamandan beri bu kayanın içindeydi, bilmiyordu. Hem oraya nasıl girmişti? Onca zaman içinde hiç yıpranmamış olması ve dökümhaneden yeni çıkmış gibi durması garipti. Kayanın gizemli bir özelliği olabilirdi.
Belki de kara çaput parçası bu karmaşık durumu geniş bir açıklığa kavuştururdu. Ayrıca ikisi de aynı renge sahipti. Ama bunun cevabını kimden alacağını bilmiyordu.
Kılıca öylece bakakalan Altay, hâlâ keskin midir, diye düşündü. Eğer aşınmadıysa keskinliğini de korumuş olmalı, diye bir varsayımda bulundu sonra.
Gözü çukurun dibindeki küçük demir parçasına takıldı, parça yeni koparılmış gibiydi. Dikkatlice bakınca eğik şekilde kesilmiş olduğunu fark etti. İlerideki kazmasının ucundan kesildiğini anlaması geç olmadı. Kayanın parçalandığı sırada geriye sıçramadan önce kazmanın kılıca değmiş olabileceğini düşündü. Ama bunu hissederdi. O derece keskin bir kılıç olabilir miydi?
Bir karar verip çaputu aldı. Ürkek bir kuş gibi siyah kılıca yaklaştı. Patateslerin sevdiği toprak gevşek olduğundan kılıç ortaya çıktığı andaki ışıklı etki kayanın etrafında genişçe bir yarık açmıştı. Bu yüzden dikkatli, sakin, bir o kadar da nazikçe siyah çaputu kılıcın keskin kısmına fırlattı. Kılıcın yalımına değer değmez ikiye bölünen çaputun parçaları süzülerek çukurun dibine düştü.
Yüksek bir dağın zirvesindeymiş gibi derin bir heyecan sardı Altay'ı. Hemen yanındaki yumruk büyüklüğündeki taş parçası alıp ayağa kalktı ve son sürat kılıcın keskin kısmına fırlattı, az önceki çaput gibi taş da ortadan ikiye ayrıldı. Kılıç çarpmanın etkisiyle sallanmadı bile. Şimdi kazmanın nasıl kesildiğini ve bunu nasıl hissetmediğini anlamış oldu. Bu kadar da keskin bir kılıç olabilir miydi?
Altay bir dizi ses duyup döndüğünde Ediz ile Sungur'un tarla aletleriyle yaklaşmakta olduğunu gördü. Aksi Sungur yine bir şeylere muhalif gibiydi.
Altay arkasındaki güvenle yavaş yavaş siyah kılıca uzandı. Tam kabzadan kavrayacağı sırada aniden bir düzine karganın gaklamasıyla ve kanat çırpışıyla irkildi. Sesler yaklaşık iki yüz metre ileride, diğer boş tarlanın kenarında tek başına kök salmış bir meşe ağacından geliyordu. Kargaların birdenbire neden uçuştuğuna anlam veremedi. Uğursuz diye bahsedilen kara kargalar bir işaret mi gönderiyordu kendisine yoksa? Altay böyle şeylere inanmazdı. Meşenin olduğu yerde kimseyi göremedi. Sadece aniden uçmaya karar vermiş tutarsız kuşlar olmalıydı. Yine de bir an için gizlice izlendiğini hissetti, sanki ağacın arkasında aniden bir şey belirivermiş ve kargalar da can havliyle kaçışmıştı. Zaten tarlaların ortasında hep böyle gizemli ağaçlar olur, orman psikolojisinden kurtulmak istercesine tek başına yaşayıp büyürlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YABAN DİYAR [Tamamlandı]
FantasiYıl 543. Günya. Karatayranlar bir gece ansızın ortaya çıkıp Balahan köyünü yok etti. Gün doğduğunda ortada tek bir canlı bile yoktu. Altay, Ediz ve Sungur katliamdan kaçıp hayatta kalmayı başarmış ve Balahan'da yaşamını sürdürmüştür. Yıllar sonra ek...