on dokuz

433 56 28
                                    


23 Ekim 2020

Yıllar sonra... Uzun yıllar sonra bugün ilk kez yazıyorum sana Sibel. Bu kez farklı. Eski bir dosta yazar gibi. Geçmişin hatıraları arasına gömülmüş bir tanıdığa seslenir gibi.

Bir zamanlar yazdığım o mektuplar ne oldu bilmiyorum. Babama vermiştim. "Benim elim gitmiyor ama sen al bunları ve at," demiştim. Şimdi önümde duran bu kağıdın varacağı adresi biliyorum Sibel. İlk kez sana vereceğim. Kendim getireceğim. Ellerin saramayacak belki ama toprağınla kucaklayacaksın, biliyorum. 

Haberler taşıyacağım sana geçen yıllardan. 

En küçük yavrun, Umut, benim oğlum oldu Sibel. Damadım. Evladım. Kızıma nasıl içi titreyerek baktığını görebiliyorum. Kızımı nasıl gülümsettiğine şahit oluyorum. Aralarındaki derin bağ "işte buna değermiş," dedirtiyor bana. Çektiğim zorluklara değermiş Sibel. "Bir zamanlar sevdamdan vazgeçmek zorunda kalışımın sebebi buymuş belki de," diye düşünüyorum. 

Onların mutluluğuna giden yol bizim acılarımızdan geçiyormuş. Varsın öyle olsun.

Umut'un üstüne sirayet eden duygulara ilk rastladığımda, kendi gençliğimi gördüm. Ayna tutulmuştu sanki geçmişime.  

Bir fark vardı ama Sibel. Umut, biricik kızımı seviyordu ve bunu cesurca karşıma geçip hiç çekinmeden söylüyordu. 

Yaptığı şey bir ayıp, bir günah olmadıkça hiçbir şeyden çekinmiyor oğlun. Güçlü, sapasağlam, altın gibi bir kalbi var. Neyse o. Apaçık, yalın...

Şaşkına döndüm. Ama hislerini ve hâlini anladığımdan kızamadım ona, Sibel. Oturtup konuştum. Anlaştık. Elimi öptü. Sevincini bir görseydin. O anlarda dünyaya sığmıyordu sanki. Oysa fiziken öyle heybetli bir genç de değil hani.

İlk düşüşünde sevmiş bizimkini. Öyle söyledi. Yıllar önceymiş. Hâlâ ilk gün gibi aklında. Özellerini deşmemek için sormadım nasıl diye. Fakat etkilendim, Sibel. Bunu söylerken nasıl derin baktığını görseydin, sen de etkilenirdin. 

Bizim kız da boş değilmiş. Sessiz sessiz içinde bir sevda büyütmüş Umut'a karşın. "Bazen dalıp dalıp gidişlerinin sebebi buymuş demek," diye düşündüm, Sibel. 

Hiç unutmuyorum, bir gün konuşurlarken "Bir şeylerin hasreti var sanki gözlerinde," demişti Fatma Zehra'ya, annesi. Yanılmıyormuş meğer bizim hanım. Küçük kızım, nezdimde hiç büyümeyen can pârem, hasretler biriktirmiş içinde.  Özlemenin ne menem bir duygu olduğunu öğrenmiş. 

Öyle değil midir sahi? Bir yanı hep eksik kalır insanın. Bakışlarının tutunmak istediği bir yer, bir kişi, bir şey vardır ama etrafta ne kadar dolandırırsan dolandır gözlerini, bulamazsın. Aradığın kişi yoktur. Solup gider çabaların. Ellerin boş kalır. 

Böyle söyleyince gençliğim aklıma geldi. Biliyor musun, çok çok eski zamanlarda, nasibime bir gönül yarası düşmeden evvel, hayatta herkesin gençliğini hasretle andığını, yeniden o zamanlara dönmek istediğini sanardım. 

Öyle değilmiş Sibel. Mesela ben, o acı dolu yıllardan hep kaçtım.

Dersimi çıkarttım, Rabbimin verdiğinde bir hikmet vardır dedim. 

(Furkan 20) "Sizin bir kısmınızı diğer bir kısım için bir istila ve imtihan mevzuu yaptık, sabredecek misiniz diye. Rabbim her şeyi hakkıyla görendir," diyor ya hani ayette Yaradan. İşte ben de bunu kabul ettim. Teslim oldum. Anladım, Sibel. İmtihandı. Sabredebilmiş olabilmeyi diledim. 

Ama dönüp arkama bakmaya hiç yanaşmadım. Yanımda "Ah gençliğimize bir dönebilsek," diyen çok oldu. Oralı olmadım. Tasdikleyemedim insanların bu tarz söylemlerini. 

Ben sadece bir kızımın olacağını öğrendiğim o güne dönmek istedim bu hayatta. En fazla oraya dek gidebilirdim. Fatma Zehra'nın varlığının haberini aldığım bir ikindi vaktine. Eşimin hem mutlu, hem ürkek ve çekingen bir şekilde yanıma sokulup kelimeleri fısıldadığı dakikalara. Ben o günden sonra açtım gözlerimi dünyaya. Başka bakar oldum bu hayata. Yaralarım tamamıyla kapandı. Fatma Zehra'm her şeyi iyileştirdi gelişiyle. Beni. Annesini. İlişkimizi. Geleceğimizi. Şimdimizi...

Neyse neyse, beni bırakalım şimdi. 

Geçmişe dönmekten imtina etsem de ben o üç küçük bebeği ardımda bırakmadım Sibel. Umay, Uğur ve Umut'un üzerinde gölgem hep dolaştı. Yeni bir aileleri de olsa, hâlleri nasıl diye hep göz kulak oldum. Gözün arkada kalmasın istedim. Yüreğim el vermezdi tersine zaten. 

Umay güzel bir çocukluk ve gençlik geçirdi. Ailesi iyi insanlardı. Onun üzerine titrediler hep. Okumayı ve öğrenmeyi çok sevdi. Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Doktorasına varana dek yaptı. Sevdiği adamla evlendi. Şimdi küçük bir kızı var, biliyor musun? Ayrıca, iyi bir üniversitede çalışıyor.

Uğur tam bir haylazdı. Ama o kadar sevimliydi ki kimse ona kızmaya kıyamazdı. Babası doktor, annesi de bir hemşireydi. O da okusun, tahsilini tamamlasın istediler. Ama seninkinin aklı eğitimde değildi. Üniversitede çok iyi bir derece yapabilecek kapasiteye sahip olmasına rağmen bilerek ondan beklenenden çok daha düşük bir puan elde etti. Yüksek yaparsa tıp veya mühendislik okumasını isteyeceklerdi. O ise medyaya ilgi duyuyordu. Kameralar, muhabirlik, setler, senaryolar, içerik hazırlama, kısa filmler... İyi bir medya bölümünü kazanmasına yetecek kadar sıralama yaptı. Hayallerinin peşinden koştu. Belki çok para kazanmıyor ama sevdiği şeyleri yaparak vakit geçiriyor. Hayatından memnun. Önemli olan da bu değil mi?

Ve Umut... Kendi hâlinde, derin ve içli bir çocuktu. Doğuştan güzel bir ahlakı vardı sanki. Küçücükken bile imrenirdim onun bu hâline. Hassas ama güçlüydü. Yürekli bir adam oldu. On yedisinde çıktım onun karşısına, Sibel. Çakmak çakmak gözleri ve yakıcı bakışları vardı. Zekiydi. Yetenekliydi. Eli çok becerikliydi. Hâlâ öyle. 

Okulda bir arkadaşıyla kavga etmişti. Kim olduğunu sorguluyordu, benliğini arıyordu, Sibel. Bir insanın kim olduğunu sadece ailesinin belirlemediğini söyledim ona. "Sen kendin belirlersin," dedim. "Bir insan, olmak istediği, olmak için çabaladığı ve olmayı seçtiği kişidir, oğlum. Sen, kim olmayı seçersen o olursun. Ve ben karşımda tanıdığım bir çok gence taş çıkartabilecek kadar güçlü bir sen görüyorum."

Beni yanıltmadı. Umut buldu kendisini, Sibel. Tanıdı. İnsan kendisini insanda tanır. Hayatta tanır. Yaşanmışlıklarda tanır. 

Ve bir gün bana "Baba," demeye başladı. Çok garip değil mi, Sibel? Hayrete düşüyorum. Kader karşısında insan ne kelimeler sarf etse de boş.

İşte böyle...

Fatma Zehra ve Umut. Kızım ve oğlun. Kavuşmalarına sevindin mi, Sibel? 

Bu duyduklarınla biraz olsun rahatladı mı için? Özgürleşti mi ruhun? Öyle olmasını umuyorum. Ama karşıma çıkan bir söz bu inancımı yerle bir ediyor:

- kelimeler ölülere teselli vermez. * 


- son - 

- son - 

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


* Tarık tufan 



23 kim 2022 pazar

Selamün aleyküm. Ne son yazarsam yazayım beğenmedim. Bu sebeple gecikti. Fatma Zehra ve Umut'u yazdım. İçime sinmedi. Fatma Zehra'nın dilinden yazdım, yine olmadı. En iyisi başka yollara girmeden yine Bekir ve mektupları ile bitirmek diye düşündüm. İnşallah beğenmişsinizdir. Bu d böyle bir son olsun... Allah'a emanet olun. Yıldız'a basmayı unutmayın :)

ZehirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin