on

266 43 10
                                    

Gecenin bir yarısı balkonda kara kara düşünüyordum seni. Benim bahar çiçeğim, zarif ve asil Sibel, nasıl izin verebilirdi bir zehrin kendisini egemenlik altına almasına? Benim Sibel'im nasıl vazgeçerdi ona kalkan olan, her zaman sıkıca sarıldığı uzun siyah elbisesi ve türbanından? Benim Sibel'im nasıl kaybederdi gözlerindeki yıldızların tümünü? Nasıl geceye bürünürdü, zifiriye teslim olurdu?

Oysaki bahar çiçeğim demiştim sana, Sibel. Hiç solmazdın sen. Adın, gönlüme şenlik getirdiği için bahardı; sense her mevsim açardın. Dik dururdun fırtınalar karşısında bile. Doğruyu yanlışı ayırt ederdin. Evrene ümitle bakardın. Kuşların sesini duyardın, çocukların ağlayışını. İnsanları görürdün, çiçekleri ve kedileri...

"Kör ve sağır kesilme artık, ne olur," dedim içinden sana. Yeniden bir dua bıraktım aramıza. Gecenin soğuğu değil ama senin hâlin üşütüyordu içimi.

Ve sonra seni gördüm, hazan çiçeğim. Hayalet gibi süzüldün ve çıktın bahçe kapınızdan. Temkinlice etrafa bakındın. Anladım. Gidiyordun. Yine sevenlerini ve beni ardında bırakıyordun. Bağımlısı olduğun o zehir uğruna her şeyi bir kenarı itiyordun. Anlamaya çalışıyordum seni ama yapamıyordum.

Hayatımda hiç bu kadar hızlı hareket etmemiştim Sibel. Koşarak çıktım sokağa. Ayağıma geçirdiğim ilk şeyle, babamın terlikleriyle. Soluk soluğa yetiştim sana. Durdurmak istedim. Gidemezsin, dedim. Yapma ne olursun, dedim. Dinlemedin, durmadın. Karşı koydun bana.

Seni ilk kez böyle gördüm, bahar çiçeğim. Umursamaz, inatçı, laf anlamaz. Karşısındakini kırmaktan çekinmeyen. Düşünmeyen. Aklına koyduğunu yapmak için sonuna dek direnen.

Bir yabancıya bakar gibi baktın bana. O an yıkılmamak için zor durdum. 

Savurup geçirdin yüreğimi, sonbahar rüzgarına kapılmış bir yaprak gibi. Çünkü ilk kez dokundum sana ve tuttum kolundan. Gitme diye. 

"Bırak beni Bekir! Karışma bana! Kendi işine bak! Git başımdan! Çekil şuradan!"

Her türlü ünlemli cümleyi kurdun bana Sibel. Kelimelerinin acımasızlığı arttı. Canımı yaktı. Yine de pes etmedim. Edemezdim.

Kaçışına engel oldum. Tuttum seni. Çırpındın kollarımda. Güçsüz yumrukların değdi gövdeme. Ağladın öfkeden, çaresizlikten. Sonunda yorgun düşüp pes ettin, göğsüme sığınmak zorunda kaldın.

Saçların, Sibel... Göğsüme düştü. Oysa ben, bir gün mahremini yalnızca bana açtığında, ikimiz bir ömre baş koyduğumuzda onları görmeyi umuyordum. Canım daha çok acıdı, hazan çiçeğim. Sana göz ucuyla bakmaktan bile hiç olmadığı kadar çekindim. 

Gözyaşların yanaklarını ıslattı. Bir de penyemi. İyice kızarmıştı göz çevren, tahmin ediyordum. Dağılmıştın, her iki mânâda. Ve narin ellerin, hırkamı kavramıştı. Bileklerin iyice incelmişti.

Bu hâlin bitirdi beni Sibel'im. Bir adam nasıl yıkılır, öğrendim. Öğrettin bana.

Ve bir çiçek nasıl solar, şahit oldum. Su, toprak ve güneş. Aile, arkadaş ve hayat. Senden hepsi esirgedi güzelliğini, değil mi hazan çiçeği? Parçalanmış bir aile. İlgisiz ve sevgisiz ebeveynler. Yanlış arkadaş. Üst üste gelen imtihanlar. Hepsi bir oldu. 

Çiçeğim soldu.

Ve alıp seni yeni bir saksıya koymak ümidindeydim. Hepsinden uzak bir saksıda, benimle yeniden dirilir miydin Sibel?

Düşecek gibi oldun. Titreyen, güçsüz düşen incecik bedenini kucaklamak zorunda kaldım. Kollarımdaydın. Hep başında seni beklediğim bu sokağı, kucağımda senle adımladım. Ama hayallerimdekinden çok öte bir şekilde. Son çırpınışlarımızı yaşıyorduk. Boğuluyorduk Sibel.

Şubat 1992

Şubat 1992

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
ZehirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin