on altı

248 40 18
                                    


Çok uzun zaman yazmadım sana. Kalem tutmaya bile gücüm yok. Aldın götürdün her şeyi. Götürdün. Ve dün yine bir masum getirdin. Bir oğlan. Uğur adı. Babaannen koydu. İsmiyle yaşasın.

Babamla birlikte camiden geliyorduk. Karşıda seni gördüm bir an Sibel. Yanılıyorum sandım. Ama babamın elini omzumda hissedince anladım ki gerçekten sensin. 

Çünkü babam bana bu savaşta destek olan yegane kişi. Oturup dinliyor beni. Dertleşiyoruz. İlk zamanlardaki gibi kızmıyor, anlamaya çalışıyor. Arada bir tavsiyeler veriyor kendince. Üzülüyor halime. Geçer diye umuyor. Hatta anneme "Üzerine gitme çocuğun. Nasılsa o da anlayacak böyle devam edemeyeceğini," diye teselli verirken duydum onu.

Neyse... Seni gördüm diyordum. Kucağında bir şey, hayır hayır bir bebek olduğunu gördüm Sibel. Birbirimize doğru adım attıkça netleşti. Anlamıştık, tarih tekerrür ediyordu. Umay değil, Uğur duruyordu kollarında bu kez.

Sen bizden tarafa kısa bir bakış attın ve bir an göz göze geldik. O an bir bıçak saplandı gövdeme. Hemen döndün önüne. Utandın mı yoksa benim karşımda durmaya yüzün mü yoktu, bilmiyorum. Evinin bahçesine girdin. 

Arkandan baktım öylece. Kaldıramadım.

Madem böyle olacaktı, niye bir zamanlar bana öyle güzel güldün ki Sibel? Papatyaları neden kitabının arasına koydun? Sıcak bir tebessüm eşliğinde bana el sallardın. Karşılaştığımızda sevinir, selam verirdin. Ben sevdim diye o tatlıdan yapardın. Kitaplar için teşekkür ederdin. Özel hissettirirdin bana. 

Şimdi gülüşlerin kayboldu. Yüzüme doğru düzgün bakmayalı aylar yıllar oldu. Papatyalar kitabın tozlu yaprakları arasında kurudu Sibel. Kitapların bir köşede unutuldu. Uzaklaştın. İki yabancı gibiyiz artık biz, nezdinde.

Farkında mısın, sana artık bahar çiçeğim bile diyemiyorum. Hazan çiçeğim yakışıyor isminin yanına. Ona da gönlüm el vermiyor. Her şey bir fazlalıkmış gibi hissediyorum Sibel. Ben bir fazlalıkmışım gibi.

Bütün acıklı türküleri yüklendim omuzlarıma. Nerede bir ağıt, yakarış, ayrılık şiiri, hepsi heybemde. Bu ne demek bilir misin Sibel? Bu, sallantılı mısraların ve mayhoş dizelerin üzerinde daha fazla ayakta duramamak, kendini uçurumun kıyısında bulmak demek. Ve ben düşmekten korkuyorum.

Mektuplarım birer ateş parçasına döndü ne zamandır. Hayatım gibi. Her kelimesine kasvet sindi Sibel. 

Geçmişi silemedim, silemedik. Kabullenemedim de şimdiyi. Sıkıştım kaldım dünle yarın arasında. 

Ben bu kez omuzlarım sarsıla sarsıla ağladım. Ağır geldi Sibel.

Babam sarıldı. Yaşım beş oldu. Düştüm sokak ortasında. Yaram iyileşmek bilmedi. Yenildik işte. 

Bir cümle kurdu babam. Sırtımı sıvazladı.

"Sevmek bazen de vazgeçmektir oğlum," 

Kasım 1993

Kasım 1993

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
ZehirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin