iki

3K 412 623
                                    

otuz dokuz derece ateşle hastalıktan kırılırken yazdım, hatalarımı ve bölümün kötülüğünü görmezden gelelim o yüzden. okuyan fazla kişi olmadığı için yorumlar beni teşvik ediyor. yorum isteme yüzsüzlüğü yapıp, iyi okumalar diliyorum!!

━━━━━━━━

"asla zannetme." demişti minho'nun babası, çok sevdiği bir alıntıyı oğlu ile paylaşırken. "zannetmek insanı rezil edebilir. bu sandalyeyi görüyor musun? bunun yarın sabah da şimdi olduğu yerde olacağına inanıyor musun? [...] evet mi? yani zannediyorsun. bu sandalyenin aynı yerde kalacağından emin olmanın tek yolu onu yere tutkalla yapıştırmak. insanlar her zaman hile yapacaklar. ve yalan söyleyecekler. bu yüzden her şeyi sorgulamak çok önemli. en aşikar olanın ötesine bakmak çok önemli."

zannetmek insana zarar verirdi.

minho'nun babasının oğluna vermek istediği ders basitti fakat minho dersini almamıştı.

o, hayatlarının her zaman mükemmel ilerleyeceğini zannediyordu. iyi bir eğitim alacağını, ailesini gururlanlandıracağını, iyi bir iş sahibi olduğunda kardeşini okutacağını ve nişanlısı minju ile güzel bir hayat yaşayacağını zannediyordu.

fakat hayatın ona verdiği tek şey, büyük bir yanılsamadan ibaretti.

babası haklıydı. insanlar her zaman hile yapacaktı. bunun yaşanılan yüzyılla ya da dönemin yönetilişi ile hiçbir ilgisi yoktu üstelik. insanın doğasından geliyor, benliğini ele geçiriyordu. sosyal durum gözetmiyordu. üst sınıflar kadar alt sınıfların da doğasındaydı çünkü. hayatta kalmak için çabalayan insanlarla doluydu sokaklar. kim bilir her gün beraber toplu taşımaya bindikleri, aynı iş yerini ve sınıfları paylaştıkları insanlar toplumdan ayrışabilmek için nasıl hileler yapmış, hangi yalanlara başvurmuşlardı.

rahatsız ranzanın alt katında otururken etraf sessizdi. günün en sessiz zamanı, ışıklar karardığında ve herkes odasına çekildiğinde başlıyordu. ürkütücü yanı ise sessizliğin hakim olduğu katlarda zaman zaman duyulan ve bastırılmaya çalışılan acı dolu çığlıklardı. buna bir haftada alıştığını hissediyordu. bu duruma alışmak bile ürperticiydi.

eline aldığı tükenmez kalemi, ay ışığının aydınlattığı kadarıyla görebildiği kırışık a4 kağıdının köşesine bastırdı. yazıp yazamadığını kontrol etti. yazabiliyordu.

bir haftadır aklında olan, belki de daha öncesinde yapması gereken şeyi kağıda dökmeye başladı.

minju,

karların botlarımızın altında ezilişini, sonbahar yapraklarının arka bahçenizi turuncuya boyayışını, yazın güneşin altında biraz dursan bile yüzünün yanışını, ilkbahar heyecanının seungyoun ve sende duruşunu birkaç yıl deneyimle şansı elde edebildiğim kadar uzun süredir tanıyorum seni.

sen beni tanımıyorken bile, senin için sınıftaki herhangi bir çocukken dahi, kömür karası saçlarının içimde yeşerttiği umutları dün gibi hatırlıyorum.

bunu daha önce yapmam gerektiğinin bilincinde, biraz utanarak ve biraz da affedilmeyi umarak kaleme alıyorum. başıma gelen her şeyi kendi başıma hâlletmeye çalışırken seni ne denli yorduğumu ve yalnız hissettirdiğimi yeni yeni fark edebiliyorum.

seni arkamda sürüklemeyi düşünmüyorum. büyük ihtimalle neden tutuklandığım, neden han seojun'un şirketini bastığım konusunda şüphelerin var ve tüm bu şüphelerin cevabını en az benim kadar iyi biliyorsun.

sympathy for mr. vengeance ; minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin